-17

19 5 0
                                    

"Biliyor musunuz, saçımın rengini değiştirmeyi epeydir düşünüyorum."

Kollarını kalın ders kitaplarına çepeçevre sarmış, yanımda yürüyen Iona'ya sırıttım. Aklıma hemen birkaç hafta önce yaptığımız su yeşili konuşması gelmişti. Özetlemek gerekirse, bana kendisine su yeşili tonunda bir saç renginin yakışıp yakışmayacağını sormuştu ve ben de alaycılıkla, yeşilin yılanların rengi olduğunu söylemiştim. Cevaben, renkleri sınıflandırmamam gerektiğini söylese de dalga geçtiğimi biliyordu.

"Bence buna hiç gerek yok, pamuk şeker." diyerek elini onun sahiden de pamuk şeker tonuna yakın saçlarına daldırdı Alex. Hafifçe dağıttıktan sonra, kâküllerini de iyice dağıtıp ona göz kırptı. "Biz pembeye çok alıştık."

Iona her zaman çok renkli bir kişilikti. Bunu yalnızca davranışları, tepkileri ve konuşma şekliyle değil; fiziksel görünümüyle de sık sık gösterirdi. Birinci senemizde saçları bebek mavisine yakın bir tonda, üçüncü senemizdeyse ilginç bir sarı turuncu tonunda olmuştu. İtiraf etmek gerekirse hepimiz, dördüncü senenin ortasında edindiği bu renge yani pembeye hepsinden çok bağlanmıştık.

"İşte tam da bu yüzden." diye araya girdi Iona. Gözlüğünü hafifçe burnundan ittirdi ve saçlarını düzeltmeye çalışarak sırıttı. Yine de, bunu demesine rağmen, pembe saçlarını yakın zamanda değiştirmeyeceğini iyi biliyorduk. "Bir şeylere alışmak her zaman iyi değildir."

Cynthia, her zamanki ani davranışlarıyla lafa karıştı. Dudakları arasına sıkıştırdığı lastik toka yüzünden boğuk çıkan sesiyle, "Olsun, sen yine de değiştirme." derken bir yandan da çikolata kahvesi saçlarını tepede topuz yapmak üzere avucunda toparlamaya çalışıyordu.

Onları pür dikkat izlediğim için tökezleyince, ufak bir küfür fısıldayıp doğruldum. Şu sıralar dalgınlıklarım çoğalıyor, sakarlıklarım şiddetleniyordu. Dağılan saçlarımı omzumdan geriye atarak, al al yanaklarımı ovuşturdum ve boğazımı temizledim. Üç arkadaşımın da yüzleri, gülmemek için gösterdikleri yoğun çabayla kırmızı kesilmişti ve bu, beni de güldürüyordu. "Yaratıcı küfürlerine hayranlık besliyorum kuzen."

Alex'e dil çıkararak omzumdaki çantanın askısını kavradım ve günün son dersi olan Kehanet'e gidebilmek üzere karşımıza çıkan merdivenlere doğru adımladım. Güney kulesine kadar, birkaç dakikalık teneffüste gelmek çok yorucuydu ve son zamanlarda kendimi psikolojik açıdan tarifsiz bir metcezirdeymiş gibi hissediyordum. Yorgun omuzlarımı düşürmemek için derin bir nefes aldım.

Kâbus görmemek adına aldığım iksirin stoğu çoktan tükenmişti ve Madam'a, hastane kanadına gidip istemeye çekiniyordum. Zira biz her zaman dörtlü gezerdik ve eğer ben bunu yaparsam, kâbus gördüğümü anlayacaklardı. Bir de bunu fark edip üzerime titremelerini istemiyordum. Benim için endişelenmelerini, kendi dertlerinin yanında bir yük olmayı istemiyordum.

"Hâlâ kısıtlı sayıdaki ders tercihlerimizi niçin kehanetten yana kullandığımızı anlamıyorum." diye mırıldanan Iona, beni düşüncelerimden çekip aldı. Dalgın, ela gözlerimi ona çevirdim. "Zaten Mistik Bilim dersi, dördüncü senemizde ortaya çıktığından beri zorunlu."

Onun bu sözlerini, epeyce yüksek enerjisiyle cık cıklayan Alex bölmüştü. Bir yandan kumral saçlarını dağıtırken diğer yandan incelttiği sesiyle, beceriksizce de olsa Profesör Saphiedrix'i, yani Mistik Bilim profesörünü, taklit etti. "Kehanet ile Mistik Bilim arasındaki bariz farkı birçoğunuz göremiyor. Kehanet, çoktan var olanla alakalıyken Mistik Bilim olmayanı oldurmaktır çocuklar."

"Hem," diye atıldı sırıtan Cynthia. Çikolata kahvesi saçlarını topuz yapmayı başarmıştı sonunda — normalde saçı genellikle hep açık gezerdi, ancak şu sıralar anlamadığım şekilde farklı stiller deniyordu. "Geçen seneki iddiayı kazansaydın belki şu anda Sihirli Yaratıkların Bakımı'nda olabilirdik."

𝐒𝐏𝐈𝐑𝐈𝐓𝐔𝐀𝐋, 𝘸𝘪𝘻𝘢𝘳𝘥𝘪𝘯𝘨 𝘸𝘰𝘳𝘭𝘥Where stories live. Discover now