Bölüm 64 - Tekinsiz Vadi

Start from the beginning
                                    

‘Eh, çünkü kucağımdasın.’ diye geçirdi aklından. Öyle başını göğsüne yaslamak falan değil; kız hakikaten kucağında oturuyordu. Kollarını göğsüne, bacaklarını karnına çekip tortop olmuştu. Yüksek ateşin etkisiyle belli belirsiz bir şeyler sayıklıyordu. Bir ara başını oynatınca dengesini kaybeder gibi oldu fakat Feza bu kez onun düşüşüne seyirci kalamadı. Bir kolunu kızın beline sarıp vücudunu gövdesine bastırdı.

Sonra ne yaptığını idrak etti birden. Ateşe değmiş gibi telaşla onu kendinden uzaklaştırmaya çalışırken “Arzu Hanım, burada bu şekilde kalamayız.” dedi yüksek sesle. “Yani, rahat edemezsiniz demek istiyorum. Laboratuvarda sizi yatırabileceğim herhangi bir yer de yok.” Sanki kız onu dinliyormuş gibi sıkıntıyla iç çekti. “Şu an için en makul seçenek odamdaki kanepe gibi görünüyor. Dinlenebilmeniz için tabi… Sizi oraya götürmemde bir sakınca var mı?”

Bu saçma monolog elbette cevapsız kaldı. Feza kırdığı potlara rağmen kızın yarın sabah onun söylediklerini hatırlamasını umut ediyordu. Tek çekincesi kendi etik değerleri değildi çünkü… İçinde bulundukları durumun kızı rahatsız etmesinden de çekiniyordu. Öyle ya, onun yerinde fakültenin ihtiyar profesörlerinden biri olsaydı ve bir öğrenciyi bu şekilde kucağına oturtsaydı niyeti taciz etmek olmasa bile hayli rahatsız edici olurdu.

Oturmaya devam ettikçe rahatsız edici durumu sürdürdüğünü fark edince düşünceleri bir kenara bıraktı. Öteki kolunu kızın bacaklarının arkasına sarıp iç çekerek öne itti kendini. Kucağında uyuyan bir insanla, üstelik elleriyle yerden destek almadan ayağa kalkmak pek kolay değildi ama neyse ki kız ufak tefekti.

Bir şekilde önce dizlerinin üstünde doğruldu, ardından vücudunu yukarı iterek ayağa kalktı. Bu esnada asistanı sarsmış olacak ki huysuz bir homurdanma çalındı kulaklarına. Başını eğip yüzüne baktığında çatık kaşlarının görüntüsüyle karşılaştı.

Bastıramadığı bir tebessüm dudaklarına yayılırken “Bence halinize şükredin.” diye söylendi. “Romatizmalı profesörlerden birine denk gelseydiniz hala yerde yatıyor olurdunuz.”

Laboratuvardan çıkıp birlikte koridorları geçtiler. İkinci kattaki odasına çıkarken yaşadığı şok yavaş yavaş geçmeye başlamıştı. Asistanın gecenin bu vaktine dek laboratuvarda ne aradığını anlamaya çalışıyordu. Erdal denen herifle görüşmeyecek miydi bugün? Neden buluşmaya gitmek yerine okulda kalmıştı ki?

“Desene boşuna içtik onca rakıyı…” diye homurdandı. Sonra ne söylediğini fark edip dudağını ısırdı. Bu yüzden içmemişti elbette. Bu yüzden reddetmemişti Çiğdem’in eve geçme teklifini… Sadece şu sıralar keyfi yoktu, hepsi bu…

Kucağında kızla birlikte odasına girdikten sonra kapıyı arkasından kilitledi. Işıkları açmak istememişti. Etraf karanlık olursa içine düştüğü durumla yüzleşmekten kaçabilirmiş gibi geliyordu. 

Pencereden içeri yansıyan sokak ışıklarının loşluğunda odayı geçip kanepeye ulaştı. Kızı bırakmak üzere eğilirken yüzüne bakmamak için olağanüstü bir çaba harcaması gerekmişti. O nedenle boynuna dolanan kollara hazırlıksız yakalandı.

Nahif bir hareketti. Kızın kolları hastalık etkisiyle iyice güçten düşmüştü ve Tanrı biliyor ya, istese karşı koyabilirdi. Fakat bu kez de kendi düşüşüne seyirci kaldı ve hemen ardından kızın üstüne kapaklandı.

Yüzünün her bir köşesi güzelliğine hayran kaldığı kızıl buklelerle çevrelendi. Kızın boynunun sıcaklığıyla yıkandı yeni çıkmaya başlayan sakalları. Derin bir nefes alıp kokusunu içine çekti. Bir anlığına. İki geyiğin havada sıçrayıp öpüşmesi kadar kısa bir an… Sınırları geri dönülmez bir şekilde aşmasına yetecek kadar uzun bir an.

Düşmüş Melekler SenfonisiWhere stories live. Discover now