-

Hayat bir bakıma çok yavaş akıyordu. Daha önce zamanın hiç bu kadar yavaş geçtiğini ya da bir saat içine sığdırılabilecek ne çok şey olduğunu bilmiyordum. Sanki şimdi bir gün yirmi dört saatten daha fazlaydı. Dışarı izlemeye kafamı çevirdiğimde ve sonra çok zaman geçtiğini hissettiğimde saate bakıyorum ve bir saatin geçtiğini görüyorum. Buna hala şaşırıyorum çünkü bir saatin çok kısa olduğu bir programdan çıkıp gelmiştim ve hala ne kadar çok bir vakit anlamına geldiğini kabramakta zorluk çekiyordum.

Kimseyle iletişime geçmek istemediğime karar verdikten hemen sonra bir sahil kasabasına yerleştim. Airbnb'den evi tutmak dışında hiçbir sosyal medya hesabına bakmadım. Etrafı araştırmadım ya da üzerine çok düşünmek gibi bir hata yapmadım. Gördüm ve kiralamaya bastım. Neden bunca zamandır her şeyi bu kadar çok düşünmeye eğilimli olduğumu bile bilmiyorum. Eğer burayı beğenmezsem o zaman başka bir yeri düşünmeden kiralarayabilirdim. Banka hesabımda yeterince para vardı.

Sanki hayatım her zaman çok kolay olmaya yakındı ve ben onu görmezden geliyordum. Ki bir bakıma doğru. Kaldıramayacağım yükleri kendime yükleyip tökezlediğimde kendimi suçlayan garip birisiydim. Hala öyleyim. Bu konuda iyileşmek muhtemelen tahmin ettiğimden çok daha uzun bir süre alacaktır. Ancak sabah uyanıp kumsalda yürüyüş yaptığımda ve o kasvetli soluk mavi gökyüzünün suratımı kesen soğuğun bile keyfimi bozmasına izin vermediğim günlerde bunu yapabileceğime dair inancım artıyordu. Ara sıra gözlerimi kapatıyordum ve rüzgarın saçlarımın arasından geçmesine, yüzümdeki her bir sinir hücresini irite etmesine ve bazen geri adım attırmasına izin veriyordum. Garip bir şekilde her şeyle bütünlemeye hazır gibiydim

Eve geri dönüyor. Kendime yiyecek bir şeyler hazırlıyor ve sonra televizyondaki bütün müzik programlarını geçip dizi izliyordum. Hiçbir şey düşünmeden izlediğim her diziden öyle keyif alıyordum ki bazen yüksek sesle güldüğüm bile olurdu. Kamerada nasıl görüneceğimi düşünmeden gülmek gerçekten iyi hissettiriyordu.

Haberleri görmemiştim. Kısaca şirket ara verdiğimi, kendimi iyi hissetmediğimi, dinlenip geri döneceğimi ve anlatıma kavuşacağım günleri iple çektiğimi söylemiş olmalıydı.

Bir bakıma doğruydu. Rutini bırakıp gitmek çok zordu. Bazen sabahları uyandığımda ilk düşündüğüm elimi yüzümü yıkayıp pratiğe gitmek olurdu. Şu an herhangi bir şeyin pratiğini yapmıyor olmama rağmen vücudum bunu istiyormuş gibi duruyordu. Biraz komikti çünkü yüzümü yıkadıktan sonra mutfağa gider ve kalorisini düşünmeden yemek yerdim. O zaman dans pratiğini gitmeyeceğimi ve gitmeden önce kendimi bunu yedim ama dans ederken yakacağım gibi kandırmama gerek olmadığını fark ederdim. Tüm bu hislerin ne kadar rahatlatıcı olduğunu ve biraz kilo aldım diye dünyanın sonunun gelmediğini kendime hatırlatırdım.

Yanıma işimle alakalı sadece ekipmanlarımı aldım. Çalışmak kesinlikle gündemimin bir parçası değildi. Bunu istemiyordum. Ancak bir gün dolabı karıştırırken orada eskiden giydiğim dans ayakkabılarını buldum. Şirketin çatısındaki konuşmamızdan sonra bana almıştı. Bunun için ne kadar utandığımı ve gerek olmadığını söylediğimi hatırlayınca gülümsedim.

Öncesinde Minho Hyung'un show içerisinde ve dışında bana bambaşka davrandığını düşünürdüm. Showlardayken benimle flörtleştiğini çünkü bunun ona ün getireceğini düşündüğünü ve aslında bir bakıma birbirimizi kullandığımızın ikimizinde farkında olduğuma kendimi inandırmıştım. Şimdiyse bana daha ortada grup diye bir şey yokken bile aldığı hediyeye bakarken salaklığıma şaşırıyorum. Show içinde veya dışında bana bakışlarında değişen hiçbir şey yoktu ki! O her zaman benimle ilgilenen ve sevgisini dile getirmekten çekinmeyen birisiydi.

it's your life to ruinWhere stories live. Discover now