3.Bölüm

132 17 78
                                    

Yatağıma uzanıp twitterdaki etiketlere bakınmaya başladım. Kendi adımı aratmaya korktuğum için sadece grubun belli başlı etiketlerine bakınıyordum. Videolar yapılmış, belli başlı kısımlar yavaşlatılmış efektlerle çok derin anlamları varmış gibi gösterilmişti. Bunu umursamıyordum, ne de olsa eğlence sektöründeydik ve eğer bizi seven insanlardan bazıları bunlardan zevk alıyorsa istedikleri gibi davranmalarında bir sorun yoktu.

Minho'nun ben gülümserken bana bakışıyla ilgili bir video görene kadar gayet iyi ilerliyordum. Saçını geriye ittiriyor, gözleri kısılıyor ve minik dudaklarında bir gülümseme beliriyordu. Ona taraf döndüğümde bakışlarını kaçırıyordu.

Sadece bir edit olduğunu ve günün sonunda arkaya konulan müzik ve diğer tüm etkenler yüzünden olduğundan daha dramatik gözüktüğünün farkındaydım ama garip hissetmekten kendimi alamıyordum. Bir an için bunun gerçekten bu şekilde ilerlediği fikrine kapıldım.

Normalde kendimden başka kimseden gözlerimi ayıramazdım. Kendimle ilgili bütün olumsuz özelliklere dikkat etmekten diğer üyelere bakmaya zamanım bile kalmazdı. Saçım neden böyle görünüyor, neden ağzım salak gibi açık ya da neden bu kadar gürültü çıkarıyorum demekten başka bir şey yapmazdım. Ancak şimdiyse bütün dikkatim Minho'daydı. Onun üstüne bakıyor, onun kulak içi kulaklığını rengine dikkat ediyordum. Neden bana böyle baktığını ya da neden böyle gülümsediğini bilmeme rağmen sadece ona odaklanıyordum.

En sonunda, diğer videoya geçene kadar, ona baktım. Bir başka videoda Bangchan ve Changbin'e edit yapmışlardı. Gruptaki herkesle o kadar yakın değildim, bunu kabul edebilirim ama Bangchan ve Changbin ile yakındım ve onların kesinlikle bu şekilde hareket etmediklerini biliyordum. Birkaç videoyu sırf onlarla dalga geçmek için indirmek isterken kapım çalındı.

Oda da yalnız kalmam gerektiği için yataktan kalkmam ve kapıya ulaşmam biraz zaman aldı. Kapıyı görebileceğim kadar küçük bir aralıkla açıp kafamı uzattım.

Görmeyi beklediğim son kişi: Minho karşımdaydı.

"Diğerleri geldi ve odada yayın açtılar. Katılıp katılmayacağını soruyorlar."

Tipim leş gibiydi. Sabahtandır kendimi yiyip bitiriyordum ve ne yazık ki suratımı kurtaracak herhangi birisine de sahip değildim.

"Biraz yorgunum, başka zaman."

"Peki."

Ne yapmam gerekiyordu peki şimdi? Kapıyı kapatmalı mıyım yoksa bir süre daha birbirimize bakmalı mıyız?

Minho olduğu yerde kıpırdanırken, "Tahmini ne zaman beni içeri davet edersin?" diye sordu.

"Ah, özür dilerim hyung. Gel tabii ki."

"Sıkıntı değil, istemiyorsan gidebilirim."

Git o zaman. "Hayır! Hayır, kafam dolu kusuruma bakma."

Kapıyı aralayıp onu içeriye davet ettim. Bir adım içeri girdiğindeyse, "Ah, bir dakika. Burada bekle. İçerisi darmadağınık."

"Önemli değil."

"Hayır, bir dakika sadece."

Gülümsedi. "Peki."

Bakışlarımı ondan kaçırdım ve onu antrede bırakıp içeriye doğru koştum. Yatağımın üzerini düzelttim, yatağa döktüğüm bütün kitapları kaldırdım. Bunları almamam gerekiyordu ve geri dönerken kıyafetlerimin bazıları bu kitaplar için feda edilecekti. Bunu önemsemedim ve onları valizimi içine tıkıştırdım. Neden yaptığımı bilmesem de komodinin üzerinde duran parfümden sıktım. "Gelebilirsin hyung."

it's your life to ruinWhere stories live. Discover now