"Üzüntüden dağıldı biraz," diye cevap verdi benden önce Tuğçe. Ben kendimi incelemekten babama bir cevap verememiştim çünkü.

Kafamı salladım onaylarcasına. Bakışları sorgularcasına biraz daha üstümde gezindi ve sonra Yunusla Tayfun'a dönerek olay hakkında konuşmaya devam etti. Anladığım kadarıyla Ardayla alakalı olduğunu öğrenmişti ancak onları çok dinlemeden yan tarafta kalan kapıya yönelmiştim çünkü laf arasında Gökalp'in yaklaşık yarım saat önce uyandığını duymuştum.

Elim kapı kulpuna gittiğinde Gökalp'in uyandığını duymasına rağmen hareketsiz duran Tuğçe'ye çevirdim bakışlarımı. "Sen gelmiyor musun?"

Gözlerini babamlardan ayırarak bana çevirdi ve hafifçe tebessüm etti. "Sen girip gör. Ben gelirim birazdan."

İtiraz etmedim, beraber girelim diye de diretmedim. Saatlerce Gökalp'e ulaşamanın korkusunu yaşamış, ortalığı ayağa kaldırmış birisi olarak şüphesiz en çok endişelenen bendim. Bu yüzden bizi biraz yalnız bırakmış istemiş olmalıydı. Kapıyı yavaşça ittirip açılan boşluktan kafamı soktum ve yatağın üstünde yatan Gökalp'i yokladım bakışlarımla.

Yatakta sırt üstü yatmış, açık olan gözlerini tavana dikmişti. İfadesiz bir surat ifadesiyle tavanı izliyorken kapının açılmasıyla beraber bakışları aşağı inmişti. Cansız yeşilleriyle göz göze geldiğimde yutkunmuştum istemsizce. Üzüntüm daha da artarken bedenimi tamamen odanın içine sokup kapıyı arkamdan kapattım ve ufak adımlarla yatağa doğru yürümeye başladım.

Gökalp'in dudakları kıvrılmıştı beni gördüğünde. "Neredesiniz sarışın ya? Bir an unutuldum, hepiniz beni bırakıp gittiniz sandım."

Gülmem mi gerekirdi kendini iyi hissetmesi için bilmem ama bu neşeli gibi görünmeye çalışan tavrı benim boğazıma bir yumru oturmasına sebep olmuştu. İçi içini yiyor bile olsa bu süreçte dışarıya belli etmeyecekti, an itibariyle bunu anlamıştım. Titreyen dudağımı dişlerimin arasına kıstırarak pencerenin önündeki sandalyeyi alıp yatağın yanına çektim ve üstüne oturdum.

"Nasıl hissediyorsun kendini?" diye sordum endişeyle gözlerinin içine bakarken. Sanki en ufak bir mimiğinden kötü hissettiği fark etsem elimden bir şey gelebilecekmiş gibi dikkatle yüzünü izliyordum. Şu durumda verilebilecek teselli yoktu ne yazık ki. En çok da bu canımı sıkıyordu. Gökalp üzgün de olsa ben bunu düzeltemeyecektim.

"Sormak istediğin buysa eğer iyiyim," dedi yattığı yerden doğrulmaya kalkışırken. Hemen ayaklanıp arkasındaki yastığı kaldırdım ve Gökalp'in oturur pozisyona gelmesinde yardımcı oldum.

Tekrar sandalyeye oturdum. "İyi olmadığını biliyorum."

"Ne yapabilirim Alara?" Dudağındaki o ufak gülümseme de kaybolmuştu şimdi. "Oturup ağlayayım mı?"

"İçinden geşen buysa eğer..." Bir keresinde mesajlaşmamız esnasında kolay kolay ağlayan birisi olmadığını söylemişti. Şimdiyse sakatlanmıştı. Henüz doktorlardan voleybola ne kadar ara vereceği, sahalara geri dönüp dönemeyeceği hakkında bir şey öğrenmemiştik. Ben onun yerinde olsaydım çoktan hüngür hüngür ağlamaya başlamış olurdum. Şu an bile Gökalp'in yerine ağlamak istiyordum ancak daha fazla üzülmesini istemediğimden kendimi tutuyordum. 

Gökalp bakışlarını benden ayırarak sağ kolunda takılı olan alçıya indirdi. Bir iple boynuna sabitlenmişti kolu. "Her neyse." diye mırıldandı. Odada sessizlik olmasa sesi dibinde olan bana dahi zor ulaşırdı.

"Ne olduğunu biliyoruz biz," dedim. "Yani her şeyin Arda yüzünden olduğunu öğrendik."

Öğrenir öğrenmez o şerefsizin evini bastım, damarına basacak sözler sarf ettim ve sonra... Dilimin ucuna kadar gelse de bunları Gökalp'e söylememiştim.

VOLEYBOLCU | TextingWhere stories live. Discover now