2.7

102K 7.4K 2.5K
                                    

"Tuğçe," diyerek dürttüm yanımda telefonuyla uğraşan ve durmadan sahanın fotoğrafını çekip duran Tuğçe'yi.

"Çat çat çat fotoğraf çekip durmasana," Telefonu havada tutan elini kavrayıp kucağına doğru indirmeye çalıştım. "Odaklanamıyorum senin yüzünden."

Omuz silkti ve elimi ittirerek telefonunu havaya kaldırdı. "Benim çok sevgili takipçilerime bu maçın fotoğrafını ulaştırmam gerek," derken oldukça ciddiydi. Fotoğraf çekerken de bir o kadar ciddiyetle yapıyordu işini. Telefonu şekilden şekile sokuyor, binbir çeşit pozu ayarlıyor ve olabilecek en estetik fotoğrafı çekiyordu. "Milli takımın neredeyse her maçını sahadan izleyebilmek gibi bir lütuf herkese nasip olmaz. Sonuna kadar kullanmalıyım bunu."

Neredeyse her maçta hikaye atmayı ihmal etmiyordu. Ben onun gibi değildim, ayda yılda bir maça gittiğimi belli eden hikayeler atıyordum.

Zaten benim Tuğçe kadar çok takipçim de yoktu. Hesabım gizliydi ve tanımadığım kimseyi almıyordum ama Tuğçe kendi okulunda epey popüler olduğu için takipçi sayısı iki binlerdeydi. Hatta bugün kafede yaptığım stalkta hatırladığım kadarıyla üç bine merdiven dayamıştı. Benimki üç yüz küsürlerdeydi.

Ayrıca bugün yaptığım o detaylı stalkta Tayfun'un Tuğçe'yi takip etmeye başladığını görmüştüm. Daha öncesinde Tuğçe takımdaki herkesi takip ettiği gibi onu da takip ediyordu. Şimdi karşılıklı bir takipleşmeye dönüşmüştü bu ve benim ikisini yakıştıran yanım için harika bir gelişmeydi.

Tuğçe hâlâ en doğru ve estetik açıyı ayarlamaya çalışırken bakışlarımı ondan alarak sahaya çevirmiştim. Bizim takım servis vuruşu yapacaktı. Bunun için Tayfun kendi sahalaının bitiminde elinde topla beraber duruyordu. Gökalp filenin önündeydi. Maç başladığından beri yanlış saymadıysam beş sayı falan onun hatalı vuruşları sebebiyle kaybedilmişti ve bunun Gökalp'i ne kadar öfkelendirdiğini yüzünü göremesem bile tavırlarından, vücudunun hareketlerinden anlayabiliyordum.

Gökalp maçlarda en az sayı kaybeden oyunculardan biriydi. Kaybettiği her bir sayıyı bile fazlasıyla kafasına takıyordu ve art arda üç sayıyı kendi elleriyle karşı takıma vermiş olmanın üzerinde nasıl bir ağırlık yarattığını az çok tahmin edebiliyordum.

Geçen haftaki maçta da böyle dikkatsizlikler yapmış ve kendini suçlamıştı. Halbuki tek sayı kaybeden o değildi. Takımdaki kimse Gökalp kadar takmıyordu bu mevzuları.

Şimdi beşinci set oynanıyordu. İki set bizim, iki set onlarındı. Şu anki durumda karşı takım öndeydi.

Doğrusunu söylemek gerekirse rakip takım gerçekten çok iyi oynuyordu. Gökalp'in sert smaçlarını bile ustalıkla çevirebiliyorlardı. Sanırım bu yüzden bizim tarafta bir moral düşüklüğü vardı ve Gökalp kaybettiği sayılara o kadar odaklanmıştı ki, takımın düşen moralinin farkında değildi. Bir kaptan olarak gerekeni şu an yapmıyordu.

"Sence kazanırlar mı?" diye sordum Tuğçe'ye. Tuğçe telefondan kafasını kaldırarak topu servis atışıyla karşı tarafa doğru gönderen Tayfun'a baktı. Benim de gözüm dikkatli bir şekilde topun üzerindeydi.

"Kazanırlar," dedi Tuğçe ama sanki o da emin değil gibiydi. "Umarım yani."

"Rakip takım epey iyi. Sanki bizimkiler ilk seti aldıktan sonra bir rehavete kapıldılar gibi." Bu yüzdendi belki de ikinci seti karşı takımın almasının sebebi.

VOLEYBOLCU | TextingWhere stories live. Discover now