BU KLİŞEYİ YAŞAMASAK OLMAZDI

Start from the beginning
                                    

Oradan ışınlanmadan önce duyduğum son şey Elias'ın sesiydi. Bana doğru koşarak kaçmam gerektiği konusunda bağırıyordu.

Çoktan oradan yok olmuş ve başka bir yere gelmiştim.Etrafıma bakındım, bir ormandaydım. Bir düzüne insan sadece beni ışınlamak için mi bir araya gelmişti? O kadar güçsüz büyücüler ile mi beni kaçırmışlardı gerçekten. Aklıma Elias ile ilk tanıştığımzda üç kişiyi zorluk çekmeden ışınladığı aklıma gelmişti. 

Aklıma canım yoldaşım Red geldi. Onu yanımda getirmemiştim çünkü dedem ile tanıştıktan sonra oldukça kaynaşmış ve birbirlerinden ayrılmaz olmuşlardı yani benimle gelmek yerine dedem ile kalmayı seçmişti. Sanki askerlik arkadaşları gibi birbirleri ile anlaşıyorlardı.

Elias o dandirik büyücülerden çok daha güçlü olduğu kesindi eminim beni çok geçmeden almaya gelecekti.

Elias'ın her an geleceği düşüncesi ile sakinliğimi kaybetmeden ilk ışınlandığım yerde kalmaya devam ettim . Eminim ki birazdan burada olacaktı. Gelmek zorundaydı. Gelirdi dimi, sonuçta ben onun sevgilisiyim.

Her geçen dakika benim için günlere bedeldi. Neden gelmiyordu ki. 

Zaten batış aşamasına çoktan geçen güneş sonunda batmış ve yerini parıl parıl parlayan bir aya bırakmıştı.

Ayın gökyüzündeki yerini alması ile benim olayı ciddiyetini anlamam eş zamanlı gerçekleşmişti. Şimdi ne yapacaktım. Ormanda idim , yaklaşık yarım saattir yerimden kıpırdamıyordum ve bunlara ek olarak ta hava kararmıştı.

Beni kaçıran insanların ne kadar beceriksiz olduğunu bir kere daha anlamıştım. Beni ışınlamışlardı ama ışınladıkları yerde tek bir adamları dahi yoktu.

Bulunduğum ortamı terk ederek yüksek bir yer aramaya başlamıştım. Ağaçlar o kadar sıktı ki elim yüzüm ağaç dalları yüzünden hep çizilmişti. Ama bunu umursamadım çünkü şuan tek derdim yüksek bir yere çıkıp ışıkları yayılan bir yerleşim yeri bulmaktı.

Çok geçmeden bir tepe görmem ile oraya doğru koşmaya başladım ve tepesine zar zor tırmandım . Tepeye tırmanmıştım ama çevreye bakmaya korkuyordum ya hiç ışık göremez isem. Gereksiz korkularımı yok etmek için derin derin nefesler alıp vermeye başladım.

Sonunda sakinleşmem ile çevreme bakındım. İşte oradaydı.Orada küçük bir kasaba vardı. Hızlıca ayağımdaki bana engel olan topuklularımı elime aldım ve kaybetmemek için onları sıkı sıkı tutup koşmaya başladım.

Maraton koşucularına rakip olacak bu hızımın sebebi sonunda rahatlamama sebep olacak bir şey bulmamdan kaynaklıydı.

Bitmek bilmeyen upuzun bir koşturmanın ardından sonunda kasabanın girişindeydim. Girişi iki koruma tarafından korunuyordu. yavaşça korumalara doğru ilerledim ve onlarda beni görür görmez  kılıçlarını bana doğrultmuşlardı.

"burada ne işin var yabancı."

kollarımı yukarı doğru kaldırarak zarar verme niyetinde olmadığımı onlara göstermiştim.

"sadece sığınacak bir yer arıyorum .Lütfen kapınızı bana açın." çok nazik değil miyim ama

"oradan bakınca sığınma kampına mı benziyoruz kadın." ne alaka ya. Koycam şimdi ağzının üstüne bir tane.

" param var merak etmeyin sizden beleşe bir şey istemiyorum" askerler bir birlerine baktı. Aralarında kısa bir fısıldaşmaya giriştiler ardından da beni kasabanın yöneticisine götüreceklerini söylemişlerdi.

Onlara ayak uydurmuş ve küçük yerleşim yerinin kapısından geçmiştim. Kasabanın içi oldukça mutluluk saçan insanlar ile kaplıydı. Yolun ortasında yakalamaca oynayan küçük çocuklar koşturuyor, yol kenarlarında ise ellerinde nakış aleti ile nakış yapan kadınlar bir araya toplanmış konuşuyorlardı. 

Askerler bana çok geçmeden vardığımızı haber etmiş be yöneticilerinin yanında kibar olmamı tembihlemişlerdi.

Askerler binanın önündeki diğer askerlere bir şey söylemiş ve binanın içine yollamıştı. Giden askerler geri geldiğinde yöneticinin bizi beklediğini haber etmişti.

Kral ile konuşsam bu kadar gerilmezdim gerçekten .Eski bir kapının karşısına geçtiğimizde ben derin bir nefes alırken askerlerden biri kapıyı tıklatmıştı çoktan. İçeriden gir sesini işittiğimizde hep beraber içeri girdik.

Karşımda genç bir kadın görmem ile olduğum yerde kala kalmıştım. askerler yanımdan uzaklaşıp kadının iki yanına geçmiş ve bana dik dik bakmaya başlamışlardı. Anlaşılan buranın yöneticisi bir kadındı. Neden bilmem gurur duymuştum.

Madem yöneticiydi o zaman en gösterişli selamımı ona göstermeliydim. Krallara yapılan selamın aynısını bu genç güzeller güzeli yöneticiye karşı yaptım ve kendimi tanıtmaya başladım.

" ben Abeliğa imparatorluğundan Lowell ailesinin en büyük kızı, aynı zamanda Aster imparatorluğunun ilk dükü olan Daymos Tulip'in tek torunu Qi Lowell. Sizi selamlamak benim için bir onur yönetici." kafamı yavaşça kaldırdım ve karşımdaki insanların şaşkınlığına gurur ile baktım.

Tam o sırada yönetici kadının söyledikleri ile şok oldum.

"Gerçekten annen Anisa' ya çok benziyorsun Qi" kadın hiç şüphe duymadan bana içten bir gülümseme ile bakıyordu.

Bu kadın da kimdi?

 ÜÇÜNCÜ KİŞİ AĞZINDAN DİĞERLERİNİN HALİ

Qi için işler olması gerektiğinden daha iyi ilerlerken sevgilisi , arkadaşları, dedesi ve diğer krallıkta bıraktı ailesi için de her şey o kadar iyi ilerlemiyordu.

Qi'nin bir grup tarafından kaçırılması ile birlikte herkese haber salınmıştı. Lowell ailesi her ne kadar Qi için mükemmel bir aile olmasalarda onlarada büyülü bir mektup ile olayları anlatmışlar ve haberdar olmalarını sağlamışlardı.

Herkes Qi için oldukça endişeliydi, en çok ta babası Alan Lowell

Romandaki Kötü Kadın Oldum! Where stories live. Discover now