15. Bölüm - Vâris

93 12 140
                                    

Biliyorum, biliyorum çok uzun bir ara verdik. Sizleri merakta bıraktığım için tüm okuyucularımdan özür diliyorum. Bir aydır farklı bir şehirde staj görüyorum ve staj defteri yazmak dışında bilgisayar başına oturacak vakit bulamıyorum maalesef. Bunun yanı sıra, az sonra okuyacağınız bu bölüm beni haddinden fazla zorladı. Çünkü geçmişten bahsederken şimdiki zamana döndük ve kurguda kafamda oturmayan kısımlar vardı. Bu kısımlar için ekstra kafa yormam gerekti. 

Ama buna değdiğini düşünüyorum. Umarım sizler de beğenirsiniz. Aral'ı çok özleyenler vardı. Doya doya hasret giderebilirsiniz. Lafı çok uzatmayacağım, zaten arayı fazlasıyla uzattık. Sizleri bölümle baş başa bırakıyorum. 

Keyifli okumalar 🤍

****

Alin, altı buçuk saat gecikmeli açılan kapıdan yıldırım gibi fırlamıştı. Aydınlık koridora çıktığında bir sağına bir de soluna baktı. Hangi yöne gitmesi gerektiği bilmiyordu. Buraya onu Aral getirmişti, baygın bir haldeyken. Arkasını döndüğünde Aral'ın ona baktığını gördü. "Hadi, ne tarafa gidiyoruz?"

Kafası karışık bir halde endişeyle kıza bakan genç "Sa-sağdan gideceğiz." diye bağırdı. Gözleri büyümüş, korkuyla açılmıştı. Yapacakları şeyden çok korkuyordu. 

Alin, cevap vermeden önünde sonsuza uzanan koridorda sağa döndü ve koşmaya başladı. Tüm vücudu titreyen Aral, kızı takip ediyor içindeki paniği tüm gücüyle bastırmaya çalışıyordu. Sonu görünmeyen dar koridorda her an ışığın kapanması korkusuyla çaresizce koşuyorlardı. 

İçerisi çok sıcak ve havasızdı. Tıpkı Alin buraya ilk geldiğinde olduğu gibi. Alnında biriken ter damlacıkları gözlerinden süzülerek ağzına akıyor, dudaklarında tuzlu bir tat bırakıyordu. Susuz vücutları terlemiş bir köpek gibi solumalarına neden oluyor, nefes almak gitgide zorlaşıyordu. Kalplerinin bu hızlı atışı koşmaktan mı yoksa korkudan mıydı ikisi de ayrıt edemiyordu.

Alin, arada bir arkasına bakıp endişeli gencin orada olup olmadığını kontrol ediyordu. Her an vazgeçip geri dönebilirmiş gibi bir his vardı içinde. Aral'ın telaşı yüz metre öteden dahi fark edilebilirdi.

"Bu yolun sonu nerede?" diye seslendi Aral'a, başını hafifçe çevirip gözlerine bakarken.

"Az kaldı." 

Altı dakika boyunca bedenlerinin izin verdiği en yüksek hızda hiç durmadan koşmuşlardı. Alin, önündeki duvarı son anda fark edip yavaşladı ve durdu. Aral da yanına geldiğinde bu kez sola doğru yürümeye başladılar. Zaten başka bir yol ayrımı yoktu. Önlerindeki tek yolu takip ediyorlardı. 

Bu koridor az öncekinden daha dardı. Çok değil, bir kaç ay önce olsaydı Alin böyle bir yerden asla geçemezdi. Korkup geri döner, dedesinin dizinin dibinde oturmayı tercih ederdi. Güvenli bölgesinden ayrılmaz, yeni bir macera aramazdı. Hiçbir şeye karışmadan sıradan bir vatandaş gibi hayatını sürdürürdü. 

Fakat artık eski Alin yoktu. Onu öldürmüşlerdi, ruhunu parçalara ayırmışlar her bir parçayı da bir çöp gibi etrafa savurmuşlardı. Hem ruhu hem bedeni çok yara almıştı. Henüz yaraları iyileşmemişti ama onları görmezden gelip ayakta kalabilmeyi öğrenmişti. Çünkü öğrenmek zorundaydı. 

Haydutlar'a katılırken kendi kaderini kendi çizdiğini, hayatına yön verdiğini zannediyordu. Fakat iradesi dışında yazgısına çekildiğini, en güvendiği insanların asıl düşmanı olduğunu bilmiyordu. Tek düşmanları Eris idi. Öyle olmalıydı. Onlar insanlığı kurtaracak, gezegene Güneş'i getirecekti. Onlar arkadaşlarıydı, ailesiydi, sevgilisiydi. Oysa onlar, genç kızın boynuna doladıkları görünmez ipi hareket ettiren kuklabazlardı. Alin ise ustalıkla oynattıkları iradesiz bir kukla.

Işık Krallığı (Yetişkin İçerik)Where stories live. Discover now