10. Bölüm - Cesaret

208 19 334
                                    

Uyanalı bir saati geçmiş, yatakta bir o yana bir bu yana dönüp duruyordu. Dün akşam, bir türlü aklından çıkmıyordu. Tüm gece düşünmekten zar zor uykuya dalmış, bir iki saat ancak gözlerini kapayabilmişti.

Dün gece eve vardığında kapıyı dedesi açmıştı. Sahiden de o eve dönmeden uyumamış, beklemişti. Alin de oyalanmadan, koşar adımlarla dönmüştü eve zaten. Bekletmemişti dedesini, söz verdiği gibi geri gelmişti. Kızı kapıda görür görmez bir gülümseme yayılmıştı yaşlı adamın kırışmış yüzüne. "Hoş geldin, hadi geç içeri." demişti. "Nasıl geçti anlat bakalım?" Salona geçtiklerinde Alin koltuğa, dedesi ise karşısındaki sandalyeye geçmişti. Boynundaki ipte asılı duran gözlüklerini taktı, bir yandan elinde tuttuğu kitabın sayfalarını kurcalarken bir yandan da Alin'i dinliyordu.

"Güzeldi, biraz sohbet ettik işte. Etrafta dolandık öyle." Kızın gözleri duvarda asılı saate takılıydı. Konuşurken bir yandan da gittiği yeri düşünüyordu, geçtiği ormanı, yürüdüğü sokakları, gördüğü manzarayı, Kızıl Ay'ın doğduğu sırada gezegeni boğduğu karanlığı ve bir de... tanıştığı yabancıyı.

"Öyle dolandınız yani." Dedesinin sesinde sorgulayan bir tını vardı. "Evet, gezindik biraz. Hava almak iyi geldi."

Kitabında göz gezdirmeye devam ederken "Gündüz vakti hava olmuyor sanki. İlla gece çıkmanız gerek yürüyüşe." diye belli belirsiz homurdandı. Alin de dedesi ne zaman söylenmeye başlayacak diye merak ediyordu zaten, şimdiye dek iyi sabretmişti. "Ya dede, yine başlama lütfen. Bir yürüyüş yapıp geldim işte ne var bunda?"

"İyi, iyi. Öyle olsun, bir şey demedik. Sen de hemen celallenme. Hadi kalk da üstünü başını değiştir. Nerelerde dolanıyorsanız toza toprağa karışmışsın yine. Öyle oturma koltukta."

Alin, yerinden kalktı. Ormandan her dönüşünde doğruca banyoya gider, elini yüzünü iyice yıkar, üzerini değiştirir öyle gelirdi dedesinin yanına. Dedesi titiz ve düzenli bir adamdı çünkü. Evinde bir dağınıklık göremezdiniz ya da mobilyalarda bir toz. Her şey tertemiz ve bir nizam içerisindeydi. Tıpkı yaşamı gibi.

Yaşlı adamın hayatı da evi gibi düzenliydi. Uyandığı, yemek yediği, dışarı çıktığı saatler belliydi. Yemek yediği lokanta, sohbet ettiği insanlar, alışveriş yaptığı market, geçtiği sokaklar bile sabitti. Hayatında değişikliği sevmezdi. Nadiren torunu sebebiyle kurallarının dışına çıkabilirdi, onu kıramazdı kolay kolay. Sırf onun gönlü olsun diye ödün verdiği çok şey olmuştu.

Fakat bugün dalgındı Alin, unutmuştu bunu. Tanıştığı yabancı aklını karıştırmıştı. Dedesi, belki de farkındaydı nereye gittiğinin, ona yalan söylediğinin ama bozuntuya vermiyordu. "Sohbete dalınca fark etmeden Fabrikalar Sokağına yaklaşmışız. Orada oldu herhalde." Konuşurken dedesinin yüzüne bakamamıştı, gözlerinin içine bakarken yalan söyleyemezdi. 

"Ne işiniz vardı orada? Canınıza mı susadınız, ölmek mi istiyorsunuz? Ne kadar tehlikeli yerler olduğunu sana anlattım Alin, oralardan uzak dur dedim. Evin, okulun yakınlarından başka bir yere gitmemeni söyledim. Bu ısrar niye?"

Yaşlı adam tahmin ettiğinden daha sert çıkmıştı. Kızacağını biliyordu elbette, bu konu üzerinde çok dururdu, uzaklaşmaması için her gün tembihlerdi torununu. 

Ancak Alin söz dinlememiş, başına buyruk hareket etmişti. Dedesinin ondan en çok özen beklediği bir konuda, dediklerini umursamamıştı. "Sokağa girmedik dede, yaklaştığımızın farkına varınca hemen geri döndük zaten." Yalan üzerine yalan söylüyor, suçluluk duyuyordu yaptıklarından. Hayatta en değer verdiği insana, önemsiz bir merak sebebiyle doğruyu söylemiyor olmak ona kendini berbat hissettiriyordu. Tek dileği yaşlı adamın daha fazla soru sormaması ve bir an önce bu konunun kapanmasıydı. 

Işık Krallığı (Yetişkin İçerik)Where stories live. Discover now