8. Bölüm - Bıçak

181 29 124
                                    

*** Uyarı: Bu bölüm şiddet unsurları içermektedir. Hassas okuyucuların dikkat etmesi önerilir.***

"Günaydın, günaydın, günaydın..." Alin, masanın yanında, Aral'ın tepesinde dikilmiş, uyanması için sesleniyordu. Genç adam tek gözünü açıp kızın yüzüne baktı. Dudakları yukarı kıvrılırken, gerinerek başını kaldırdı. Yüzünde kol düğmelerinin izi çıkmış, yanağı kızarmıştı. Uzun bir süre Alin'i uyurken izlemiş, kafasında planlar kurmuştu. Kız uykusunda gülümseyip durmuştu, rüyasında ne gördüğünü merak etmişti Aral. İstemsizce o da gülümsemişti tüm gece.

Kız omzunda içli içli ağladıktan sonra ne yapacağını bilememişti. İçinde bir şeyler, daha birkaç gündür tanıdığı bu kızı korumak istiyordu. Koruyup kollamak, yaralarını sarmak, gözyaşlarını dindirmek. Alin'i kurtarmayı, onun gülümsediğini görmeyi, buradan çıkmaktan daha çok istiyordu.

Buradan nasıl çıkabileceklerini düşünmekten gözüne uyku girmemişti. Şimdiye kadar hep Zeren'in bahsettiği kızı beklemişti. O gelince birlikte çıkabileceklerine inanıyordu. Fakat kendini bir hayale kaptırdığını, Alin'i kurtardıktan sonra fark edebilmişti. Alin; özel güçleri olan, bir parmak şıklatışıyla onu bu zindandan çıkarabilecek bir azize değildi. Tıpkı kendisi gibi aciz bir insandı. Kendi sorunları, insani duyguları, çokça da yarası olan; zayıf, çelimsiz bir kız.

"Günaydın." dedi, uykulu sesiyle. "Ne zaman uyandın?"

"Çok olmadı, biraz uyanmanı bekledim ama daha fazla sabredemedim." Alin sustu, bir şey söyleyecekmiş de çekiniyormuş gibiydi. Bir bacağını sallıyor, yerinde sabit duramıyordu. Utana sıkıla ağzını açıp konuşmaya devam etti. "Lavaboyu kullanmam gerekiyor da..."

Aral elini alnına vurdu. "Ah, tabii ya. Sana göstermem gerekirdi, kusuruma bakma lütfen." Konuşurken bir yandan da gözlerini ovalıyor, uyanmaya çalışıyordu. Ayağa kalkıp masanın yanında bulunan dolaba gitti. Dolabın kapaklarını açıp içine girdi. Ardından dolabın arkasında Alin'in tam olarak göremediği bir yerden tutarak sürgülü bir kapıyı açarmış gibi yaptı. Aslında gerçekten de sürgülü bir kapıyı açmıştı. "Lavabo burada." dedi eliyle içeriyi işaret ederek. "Rahatına bak. İşin bittikten sonra kapıyı çal, gelip açarım." Alin odanın bu garip tasarımını sorgulamadı. Bu kafasını karıştırması gereken son şeydi belki de. Ancak Aral yine de açıklama gereksinimi duydu. "Burası küçük bir oda, dolabı yerleştirecek başka bir yer yoktu. Biz de kapının önüne koyup, dolabın arkasını söktük. Bence oldukça kullanışlı." diyip güldü. Sahiden de odada dolabı yerleştirecek başka bir yer yoktu. Alin, gülerek karşılık verdi, konuşmaya pek vakti olduğunu hissetmiyordu. Böbreklerini haddinden fazla zorlamıştı. Teşekkür ederek dolaba girdi ve kapıdan geçti. Aral da o girince kapıyı arkadan kapatmıştı.

Burası da tıpkı yattıkları oda gibi bembeyazdı. Bir klozet, küvet ve lavabo vardı. Ameliyat yapılabilecek kadar temiz bir yere benzeyen banyo, lavanta kokuyordu. Bu kadar temiz bir yer beklemeyen Alin'i çok şaşırmıştı. Tuvaleti kullandıktan sonra lavaboya gitti. Ellerini yıkarken gözü aynaya takıldı. Çok değişmişti. Çirkinleştiğini düşündü. Parmaklarını yüzündeki yaralarda gezdirdi.

Kan toplamış sağ gözü kıpkırmızıydı, kaşından elmacık kemiğine kadar uzanan bir bıçak yarası oluşmuştu. Alnında, çenesinde, yanağında... yüzünün her noktasında yeşilimsi renk almış çürükler vardı. Dudak kenarlarındaki yaralar henüz kapanmamıştı. Geri doğru yürüyüp üzerindeki tişörtü çıkardı. Kolları, göğsü ve karnı da yüzünden pek farklı değildi. Uçurumdan yuvarlanmış gibi görünüyordu. İmparatorluğun sınır çukurlarına yolladığı suçlulara benziyordu. Bazılarının sabıka fotoğraflarını görmüştü zindandayken. 

Işık Krallığı (Yetişkin İçerik)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin