Oğlumu çok özledim.

582 105 28
                                    

Bang Christopher Chan

John hyung'un dediğine göre bu gardiyan bize yardım edecekti. Ama nasıl ve neden? Mesleğinin ve adınının zedelenme olasılığı bu kadar yüksekken neden bize yardım ediyor?

Gardiyan konuştu.

"John noluyor?"

John hyung gardiyanı zar zor yatağına oturttu ve anlatmaya başladı.

"Bak Changbin bu Chris. Onu da benim gibi boşuna buraya tıkmışlar. Onu da ailesinden birine zarar vermekle tehdit edip işlerini yaptırmışlar. Sana anlattığım gibi, onlar sadece yabancı insanları avlıyorlar."

"John seni anlıyorum ama ben daha nasıl yardım edeceğim size. Zaten bilgisayarı kullanmana izin vererek büyük bir hata yapıyorum."

Changbin'in dedikleri John hyungu kırmış olmalı. Yüzü düşmüştü resmen.

Bunu fark eden Changbin'in ihtiyar adamın haline üzülmüş olduğu, iki kilometre öteden bile anlaşılıyor resmen.

"Ah. Tamam bir şey demedim. Bilgisayarı kullanmaya devam et. Bir şekilde saklarım bu işi ama dahasına gücüm yetmez John bilesin."

John hyung'un gülüşü yüzüne geri oturmuştu resmen.

"Tamam tamam. Şimdilik bilgisayar yeterli olacaktır zaten."

"Ne zaman kullanman lazım?"

"Şimdi."

"John... Of tamam dur, halledeceğim bir şekilde."

"Sen tanrıdan bana bir armağan olmasın Changbin."

Çok sesiz bir şekilde konuştu Changbin.

*"Keşke benim ateist olduğumu bilsen be ihtiyar."*

Bu dediğini bir ben duymuştum. John hyung yaşlı değildi ama yirmi yaşlarında olan birinden daha az duyuyordu haliyle.

Changbin'in dediği şeye tebessüm ettiğimde John hyung'un duymaması için, sadece benim göreceğim şekilde işaret parmağını dudaklarının ortasına koyup bana "sus" işareti yapmıştı.

Dediğini anlayarak hemen sırıtmayı kestim. Anlık duygu değişimime şaşırarak bu sefer o bana sırıtmıştı.

Hemen anlamak güç tabi ama onun iyi biri olduğunu düşündüm. Yoksa kim ihtiyar bir adama güvenip kariyerini zedelerdi ki...

Changbin yanımızdan ayrılalı yaklaşık on dakika geçmişti. Geldiğinde ise hemen apar topar küçük bir odaya götürdü bizi. Oda da bir tane masa, bilgisayar ve sandalye dışında hiçbir şey yoktu.

John hyung hemen bilgisayarı çalıştırıp internete girdi. Benim anlamadığım birkaç siteye girip araştırma yaptı. Ben sadece onun dediklerini küçük bir not defterine not alıyordum.

Changbin odanın dışında etrafı gözetliyordu. John hyung biraz daha o sitelerde gezindikten sonra etrafına birileri varmı diye baktı. Oda da ben ve John hyungdan başkası yoktu.

John hyung konuştu.

"Chris bak bakayım Changbin buralarda mı?"

"Bakayım hyung."

Kafamı kapıdan çıkartıp baktığımda Changbin'in orda olduğunu gördüm. Sessizce kafamı geri alıp masaya doğru ilerledim.

"Kapıda hyung. Bir sorun mu var?"

"Oğlumu aramak istiyorum. Bu yasak. Evet bilgisayarı kullanmam da yasak ama birleriyle etkileşim de değilim en azından. Sadece oğlumu çok özledim. Haftada iki gün yüzünü görmek yetmiyor."

"Hyung bir şey diyemem. Sen bilirsin... Ama ararsan bu aramızda kalır merak etme."

John hyung elini omzuma koydu ve sıktı.

"Seni baya sevdim delikanlı."

Dedikten hemen sonra başka bir yere girip bir numara tuşladı. Birkaç kere çaldıktan sonra telefon açıldı.

"Alo."

"Felix?"

"Baba sen misin?"

"Benim bebeğim. Nasılsın iyi misin?"

"Ben iyiyim baba, asıl sen nasılsın?"

"Çok iyiyim. Bugün başka bir koğuşa alındım. Burda bir çocukla tanıştım Felix o da benim gibi buraya o çete yüzünde düşmüş. O da bizim gibi Avusturya'lı"

"Gerçekten mi? O zaman gerçekten senin dediğin gibi baba, onlar sadece yapancı insanları ağlarına düşürmeye çalışıyorlar."

"Evet bebeğim aynen öyle. Bir şekilde bunu kanıtlayacağım ve çıkacağım burdan."

Ses birkaç saniyeliğine kesildi.

"Baba... Ben seni çok özledim. Kendimi çok yalnız hissediyorum. Okulda arkadaşlarım var ama... Babam, babam yok. Kendimi suçlu hissediyorum baba. Benim yüzümden oraya girdin ve benim yüzümden zarar görüyorsun. Ben... Özür dilerim baba."

Cümlesi bittiği gibi John hyung'un gözünde birkaç damla yaş düştü.

Güç vermek adına elimi omzuna attım.

"Felix lütfen bebeğim. Üzme kendini. Geceleri ağladığını biliyorum. Görüşme günlerine her geldiğinde gözlerin kan çanağına dönmüş oluyor. Sakin benim için ağlama. Tamam mı? Ne benim ne de başkası için göz yaşı dökme. Ben buradan çıkacağım. Ben çıkana kadar okulunu aksatmak yok, anlaşıldı mı?"

"Anlaşıldı babam."

Hyung konuşurken kapı açıldı ve içeriye Changbin girdi.

"İhtiyar çok durdun, ha... Hey ne yaptığını sanıyorsun. Hani bana söz vermiştin. Telefon konuşması yok dedim sana değil mi?"

Changbin'in sesi oldukça gür çıkmıştı. Telefonu hala kapatmadığı için Felix bu azarı duymuştu.

"Hey siz de kimsiniz? Neden babama bağırıyorsunuz? Haddininizi bilin beyefendi."

Changbin duyduklarına şaşırmıştı. Bilgisayara biraz yaklaşıp Felix'e cevap vermişti.

"Asıl sen kimsin?"

"Ben Felix. Az önce bağırdığı adamın oğluyum."

" Demek o meşhur Felix sensin ha. Bak ufaklık baban az önce yapmaması gereken bir şey yaptı, o yüzden ona bağırdım, keyfinden değil yani."

"Ufaklık mı? Yirmi yaşındayım ben, sensin ufaklık. Ayrıca ne olursa olsun babama bağıramazsın."

Changbin daha fazla dayanamadı ve aramayı sonlandırdı.

"Evet ihtiyar, bir açıklama bekliyorum."

~~~~~~~~~~~~~~~~

İyi okumalar...
Vote ve yorum güzel olur sanki hm...

Aşkımlar bölüm atlamayın. Kitap olay üzerine bağlı olduğu için anlaşmazlıklar olabilir. O yüzdennnn, diğer bölümleri de okuduğunuzda emin olunn;)

Bir de kitabı beğendiyseniz beni takip eder misinizz??;)

🍓🍓🍓🍓🍓🍓🍓🍓

42 / chanminOnde histórias criam vida. Descubra agora