"Evet," dedim kafamı kaldırıp gözlerinin içine bakarak. "Başkasını seven birine saygı duymalı ve seni istemiyorsa ondan uzak durmalısın."

Bunu ona ben öğretmek zorunda değildim. Ailesi bu saygıyla yetiştirmeliydi onu en başında.

"Peki," dedi kafasını kaldırdığında. "Kim bu sevdiğin kişi? Gökalp mi?"

Yüz ifademin değişmemesi için kendimi zor tutarken saklama kabını tutan ellerim sıkılaştı. Bunu nereden biliyordu? "Çoğu antremanı izlemeye onun için geliyorsun, gözlerini Gökalp'den ayırmıyorsun. Çevrendekileri fark etmiyorsun bile. Sana bakan, senin tek bakışın için can atanları görmüyorsun. Farkında değil miyim sanıyorsun?"

"Farkındaysan neden beni rahat bırakmıyorsun? Başkasını seven birisini kendine zorla aşık edemezsin." Bu konuşma artık gerçekten sinirlerimi bozmaya başlamıştı. Benim çoktan Gökalp'in yanına gitmiş ve ona poğaçalarımı tattırmış olmam gerekiyordu. Maçın başlamasına az bir süre kalmıştı.

"En azından bir kez kazanan o olmaz diye umut ediyorum."

"Kazanıyorsa hak ettiği bir şeyler vardır."

"Ben seni hak etmiyor muyum?"

Cevap vermek üzereyken koridorun sonundaki kapının açılma sesini duyduğumda kafam direkt o yöne dönmüştü. Soyunma odasının kapısının açılmasıyla beraber içeriden gelen sesler yükselirken Gökalp gülerek dışarı çıktı. Gülüşünü gördüğüm an sinirim etkisini yitirmişti. Zaten çok çabuk sinirlenen bir insan değildim ve genelde sinirim kısa sürerdi. Gökalp'in gülüşü de hemen etkili olmuştu.

Gökalp dışarı çıkıp arkasından kapıyı örttüğünde bakışları bize kaymıştı. Arda'yı unutmuş bir şekilde adeta sekerek Gökalp'in olduğu tarafa ilerlemeye başladım. "Merhaba," dedim neşeyle.

Gökalp'in bakışları arkada kalan Arda'dan ayrılmazken kapıdan çıkarken yüzünde olan gülüş anbean silinmişti. İkisi de birbirinden o kadar haz etmiyordu ki hâlâ aynı takımda oynamayı nasıl sürdürebildiklerini merak ediyordum. Neyse ki Arda bu önemli maçlar bittikten sonra takım değiştirecekti. Hem onun, hem benim, hem de Gökalp açısından en iyisi buydu.

Parmak uçlarımda yükselerek Gökalp'in görüş açısına girmeye çalıştım. "Buradayım, burda."

Bakışlarını Arda'dan ayırarak kafasını eğdi ve yeşil gözlerini benimkilerle buluşturdu. "Günaydın," dedim gülümseyerek. "Nasılsın?"

"İyiyim, sen?"

"İyiyim." Omzunun üzerinden arkaya doğru saniyelik bir bakış attım. Arda'nın arkasını dönmüş gidiyor olduğunu görünce rahatlayarak Gökalp'e dönmüştüm. "Poğaçaları getirdim." dedim saklama kabını havaya kaldırarak. "Dereotlu sever misin sevmez misin bilemediğim için ikisinden de yaptım."

Gökalp önce saklama kabına ardından da önünde durduğumuz soyunma odasının kapısına baktı. "Bu ayılar poğaçanın varlığını duyarlarsa bir tane bile bırakmazlar," dedi kolumdan nazikçe tutmadan hemen önce. "Daha sakin bir yere gidelim."

"Takım arkadaşlarına ayılar demen pek hoş olmadı," dedim Gökalp'in beni yönlendirmesine izin verirken. Koridorun sonundaki kapıdan geçirdi bizi. "İnanır mısın hiç umrumda değil." diye konuştu alayla.

Kapıdan çıktığımızda bizi daha küçük bir koridor karşılamıştı. Burası salonun arka çıkışına açılıyor olmalıydı. Gökalp yan tarafta kalan kırmızı demir kapıyı ittirdiğinde hafif bir rüzgar saçlarımı uçuşturmuştu. Kapı bir yangın merdivenine açılıyordu. Merdivenlere çıktığımızda Gökalp kapıyı kapattı arkamızdan. Kolumu bırakarak birkaç basamak inerek önüme geçti. Arkasının dönük olmasını fırsat bilerek rahatlıkla yukarıdan aşağıya süzdüm Gökalp'i.

VOLEYBOLCU | TextingWhere stories live. Discover now