otuz beşinci bölüm

4.6K 438 234
                                    

Sınır koymuyorum ama bol yorum istiyorum, en azından bunu yaparsanız sevinirim. keyifli okumalar.

Yatağımda yayılmış elimde ki telefonu ayarlıyordum. Önce ki telefonum o gün kaybolmuştu. Ve şimdi Çınar bana onun daha bir üst modelini almıştı.

Konakta sessizlik hakimdi. Gecenin bie yarısı, ve haliyle herkes uyuyordu. Ben dışında. Uyku tutmamıştı. Huzursuzdum, sebepsizce.

Sırıtarak son uygulamayı da yükledim. Sosyal medya hesaplarımı açarak sakince girdim. Anında bir sürü bildirim işgaline uğrayınca kısık bir küfür eşliğinde bildirimleri sessize aldım.

Telefonumun kendine gelmesi için kapatarak komidine koydum ve doğruldum. Saçlarımı dağıtarak ayaklarımı yere salladım. Salladım çünkü ayaklarım yere değmiyordu.

Lanet olsun kısalık..

Ne yapacağımı bilmediğim için yataktan atladım ve öylesine odadan çıktım. Gecenin bir yarısı konak sessizliğe gömülmüştü. Bu halini daha çok sevmiştim.

Pıtı pıtı adımlarla merdivenlerden indim ve odaların ortasında durdum. İçimden bir ses uykularının ağır olduklarını söylüyordu. Denemek lazım.

Yavaşça kapıyı aralayarak kafamı uzattım. Egemen yatağa yayılmış elinde ki çikolatalı süt pipetini ise ağzından çıkarmadan uyuya kalmıştı. Bu haline kıkırdayarak içeriye girdim.

Yanına ilerleyerek paketi aldım ve komidine koydum. Battaniyeyi çekerek üstüne örttüm. Odası diğerlerine göre daha çocuksuydu. Kim bu yaşta winx izlerdi ki?

Yavaşça yatağa tırmanarak battaniyenin altına girdim. Büzüşerek elimi kaldırdım ve önümde ki sırtına anlamsız çizimler yapmaya başladım.

Uyuyana kadar bu devam etti. En sonunda onun uykusunun ağır olduğuna ikna olarak kendi ağır uykuma doğru yolculuğa çıktım.

En son hissettiğim hareketlilik, birinin bedenimi sıcaklığa çekmesiydi.

Yazar

Sabah 06:00 sularıydı. Etrafta kuş sesleri, iş için hazırlanan kısık konuşmaları vardı. Ve büyük konağın etrafında ki korumaların uykulu sitemleri ile doluydu.

Batuhan, elinde ki dumanı tüten kahve bardağı ile balkon sütununa yaslanmış bir şekilde manzaraya bakıyordu. Önünde ki manzara, sabahın ilk ışıklarının eseriydi. Gökyüzü pembeleşmiş, mavi harelerle doluşuyordu. İç çekti.

Sabah ışıklarını seyretmeyi severdi. Ezan zamanında ayağa kalkar, günlük koşusunu yapar ve bir bardak kahve eşliğinde gökyüzünü izleyerek dinlenirdi.

Gökyüzü, Batuhan için dinlenme tesisiydi.

Ama şu sıralar, bu rutinini aksatmıştı. Çünkü onu dinlendiren başka bir şey vardı.

İnce bir ses, çocuksu gülüşler, heyecanlı bakışlar, ona göre eşsiz bir kokuya sahip olan bir beden vardı, ruhunu dinlendiren.

Batuhan Uygar, aşık olduğunu yavaş yavaş kabulleniyordu. Acı bir şekilde. İma ederdi, ama karşılık almazdı. Çünkü karşısında ki kız onun alay ettiğini sanarak aynı alayla karşılık verirdi. O gözle bakmazdı, Batuhan gibi bakmazdı Deniz.

Batuhan sevmeyi bilmiyordu. Hayatta ki tek zaafı annesiydi. O da huzura kavuşmuştu. Babası ise, onu hastaneye kapatır kapatmaz evlenmişti.

Batuhan, Deniz ile tanıştığı gün bu yüzden kaçıyordu. Babasından hesap sormak için. Nasıl yaparsın, diye bağırmak istemişti. Küçüklüğünden beri babasıyla gergin bir ilişkileri vardı. Kötü biri değildi, fakat yabancılardı. Kan bağı olan iki yabancıydı onlar.

AŞİRET KIZIWhere stories live. Discover now