Berkeley Meydanı

18 5 0
                                    

"Birlikte mi geldiniz yoksa?"

Phyllis fırsatını bulur bulmaz beni kızlar tuvaletine çekti. Hepsine yalan söyleyebilirdim. Ama Phyllis'e yapamazdım. Başımı salladım ve annemin ihanetini anlattım. Phyllis dehşet içinde iki eliyle birden ağzını kapattı. Benim için ne kadar telaşlandığını görmek gerçekten iyi gelmişti. "Bana geliyorsun" dedi tiradi bitince. "Vera'nın odasında kalabilirsin."

"Annen atölye yapmamış mıydı orayı?" diye sordum dikkatle. "Evet, ama bu acil bir durum. Boşaltır orayı."

Phyllis için çok normaldi bu ve ben de teklifini kabul edebilirdim eğer..." Phyllis bozma annenin atölyesini" diyerek itiraz ettim. "Şu an için kalacak yerim var. Lee kocaman bir evde yaşıyor ve misafir odasını bana tahsis etti,"

Phyllis dikkatle bana baktı. "Seni iyi tanımasam ona tutulduğunu ve fırsatını yakalamışken kullanacağını iddia ederdim." Etraflica yüzümü inceledi. "Ama sen Felicity Morgan olduğun ve elinden geldiğince bu tipten uzak durduğun için sadece şaşırdım."
Içtenlikle gülümsedim ona. "Ben de şaşkınım. Ama babası sürekli yollarda olduğu için orada yalnız yaşıyor. Ve en azından kimse atölyesini boşaltmak zorunda kalmayacak."

Phyllis beni çok iyi tanıdığından başka bir yorum yapmadan açıklamamı kabul etti.

Okuldan sonra Lee'yle eve gitmek gerçekten çok garipti. Günü biriyle paylaşmak yeni bir deneyimdi. Giderken küçük bir markete uğradık ve Lee akşam yemeği için bir şeyler aldı. İki biftek, bu demektir ki babası yine bizimle olmayacaktı.

Birlikte yemek yaptık, ödevlerimizi birlikte yaptık ve birlikte odasındaki büyük ekranlı televizyonu izledik biraz. Daha sonra yatağa yattığımda gelecek hayallerimin neredeyse tam da böyle olduğunu düşündüm. Ama biliyordum ki burada yaşadığım süre geçiciydi. Birkaç gün sonra eve dönmeliydim.

Jayden ve ben, Lee eşliğinde Hyde Park'da koşuyorduk. "Onda kalmana bir şey demiyor mu annen?" dedi

Jayden nefes nefese.

Böylece yaramı deşmiş oldu. Yanıtlayamadım. Benim yerime Lee yaptı o işi. Daha önce onda hiç rastlamadığım, kınayan bir tonla "Bir şey demedi" dedi.

Jayden birdenbire durdu. Biz, ben ve Lee de. "Aramadı mı seni?" diye sordu inanamayarak.
"Fay'e nerede olduğunu sormak için bir mesaj bile atmadı" dedi Lee sertçe. "Fay, Thames'in dibinde ya da Belçika'daki karanlık bir bodrumda yatıyor olabilir ve bu Bayan Morgan'ın hiç umurunda değil."

Ne kadar utanç verici olsa da şaşkınlıkla Lee'ye baktım. Annemin ilgisizliğinin Lee'yi bu kadar kızdırdığının farkında değildim. Beni kızdırmamıştı. Annemi ilgilendiren tek şeyin barı olduğunu çoktandır biliyordum. En anından çocuklarından daha fazla ilgilendiriyordu.

"Gecelerce uykusuz kalıp ona yardım ettiğin düşünülürse, eksikliğini hissediyordur herhalde" dedi Jayden ve daha rahat nefes alabilmek için ellerini dizlerine dayadı. Hiç şüphesiz onu epeyce yoruyordu bu koşullar. Buna rağmen bırakmadığı için onu çok takdir ediyordum.

"Bu kadar uygun bir iş gücünü hiçbir yerde bulamaz. Özellikle de Londra'da" diyerek onayladı Lee.

"Bu konuyu kapatmak istiyorum artık" dedim en sert sesimle. Lee ve Jayden birbirlerine baktılar. Oğlanlar arasındaki tipik sözsüz iletişim. En azından konuyu kapattılar. "Koşmaya devam edebilir miyiz?" diye sordum sessizliği dağıtmak için.

Jayden başıyla onayladı, Lee koşmaya başladı. O anda onu gördüm.

Albert Anıtı'nın orada duruyordu, bana göz kırptı. Birden durdum. Tartışmamız yüzünden hâlâ suskun olan Jayden ve Lee de beni görüp durdu.
Jayden üfleyerek "Ne oldu City?" diye sordu. "Biri sana gerçeği söyledi diye kızdın mı yoksa?" Lee ise benim baktığım yöne bakıyordu. O da görmüş müydü acaba? Sonra kayboldu. Öylece, bir anda. Harry Potter'da cisimlenen büyücüler gibi. Tek fark ses çıkmamasıydı. Yanımda duran Lee'ye baktım. Garip bir yüz ifadesiyle beni inceliyordu.

PAN'IN GİZLİ VASİYETİ (1. Kitap)Where stories live. Discover now