Tuhaf Buluşmalar & Barda

20 6 0
                                    




"Evet; siz ikinizden, 26'sına kadar, son Katolik kral II. James ve ondan sonra Katolikliğin tamamen son bulmasına dair bir ödev yazmanızı istiyorum. Britanya Kütüphanesi'nde konuyla ilgili birkaç kaynak var."

Bay Abbot bir dede gibi gözlüğünün üzerinden baktı. Ancak onun bu babacan tavırlarına aldanmamak gerekiyordu. Acımasızdı. Karşı çıkmamıza asla tahammülü yoktu. Geçen sene Marder-Max'la oturmak istemeyen Thomas Hall'ı hiçbirimiz unutmamıştık (Marder-Max'ın kokusunu bilen herkes için anlaşılabilir bir istekti aslında). Din dersinde her zaman en iyimiz olmasına rağmen Thomas, güç bela verebilmişti bu dersi.

Sıra arkadaşıma baktım. Uyuşukça gülümsüyordu Lee. Fare yakalamış kedi gibi görünüyordu. Neredeyse ürkütücüydü. Onu tanımasam Bay Abbot'a rüşvet verdiğine yemin edebilirdim.

Ruby arkamda iç geçirdi. Ona döndüm ve vitrindeki oyuncak trene özlemle bakan küçük bir oğlan çocuğu gibi Lee'ye baktığını gördüm. Kızlar arasındaki popülaritesi daha da artmıştı. Hepsi ona tapıyordu. Benim dışımda hepsi. Ben kendimi fare gibi hissediyordum. Buna rağmen onun yakın ilgisinden ben faydalanıyordum. Hâlâ girdiğim bütün derslerde yanıma oturuyordu. Öğle teneffüslerinde Yıldızlar Kulübü'nden çok bizimle takılıyordu. Okul dışında da buluşuyorduk. Jayden ve benimle dört kere daha koşuya çıktı. Tüm endişelerime rağmen hakkını vermeliydim: Corey'nin yapabileceğin den çok daha iyi öğretmenlik yapmıştı bize. Peygamber sabrı vardı onda, özellikle de hâlâ ilk seferdeki gibi soluk soluğa kalıp terleyen Jayden'a karşı.

Tam da bu kuşku uyandırıyordu bende. Ava ve Felicity gibi kızlarla birlikte olabilecekken neden bizimle takılıyordu? Onun yanında kendimi kötü hissetmemek için sabahları dikkatle aynaya bakıp dış görünüşümü incelemeyi alışkanlık haline getirmiştim. Yine de her seferinde gülünç geliyordu bu bana.

Ben, Felicity Morgan, Şehir, sürekli dış görünüşümle ilgilenir olmuştum. Bunun için bir yandan kendimi hor görüyor diğer yandan Lee'ye kızıyordum. O gelmeden önce her şey yolundaydı. Geldikten sonra dünyam değişti.

"Yarın beşte?" diye sordu Lee, kitaplarımızı toparlarken. "Olmaz. Anneme yardım etmem gerekiyor." Yalan değildi. Barı temizlememi istemişti.

"Öyleyse bugün beşte olur mu?"

"Kuaför randevum var" diye yalan söyledim hemen. "Sen bensiz başlasan nasıl olur? Ben de araştırırım, sonra yarın öğle teneffüsünde birlikte çalışırız."
Kafasını iki yana salladı. "Öyle olmaz. İki hafta vaktimiz var. Sana uyacak bir zaman bulabiliriz elbet." Öfkeyle baktım ona. "Bugün saat beşte."

"Sende mi bende mi?" Bunu çoktandır sormak istiyor gibiydi.

"Sende." Belki de vazgeçerdi?

"Tamam" diyerek ümitlerimi boşa çıkardı ve bana adresini söyledi.

~

Saat beşe gelmeden az önce, Bond Caddesi metro durağından çıktım. Berkeley Meydanı birkaç sokak güneyde kalıyordu, bu bölgenin ne kadar yeşil olduğunu görünce şaşırdım. Lee'nin evi, içinde çok çeşitli bitkilerin ve bakımlı yolların olduğu küçük bir parka bakıyordu. Annelerinin gözetimindeki çocuklar oradan oraya koşuşturuyordu. Birdenbire upuzun kıyafetli kadınlar gördüm. Birkaç kez gözlerimi kırptım hemen. Hayır, hayal değil, sadece bir gösteriydi. Tam Lee'ye göre.

Sıralı evlerden birinin beş basamağını çıktım ve zile bastım. Yalnızca tek bir zil vardı. Anlaşılan tüm binada sadece Lee'nin ailesi yaşıyordu. Vay be!

Lee gülümseyerek açtı kapıyı.

"Gir içeri. Çay da şimdi hazır oldu."

Beni, içinde yepyeni bir çelik fırın olmasa 19. yüzyıldan kalma sayılabilecek bir mutfağa götürdü. Ocağın üstünden çaydanlığın sesi geliyordu. Lee ateşi söndürdü ve kaynar suyu hazırda bekleyen demliğe döktü.

PAN'IN GİZLİ VASİYETİ (1. Kitap)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin