Keşifler

21 6 0
                                    

Banyoda yaşadığım şeyi unutamıyordum. Ne zaman hayal gördüğümü düşünsem üstü kurumuş çamurla kaplı koşu giysilerime bakıyordum. Ne yazık ki dişim de tekrar ağrımaya başlamıştı. Lee yine ağzımın içine üflemeye kalkmadan diş doktoruna gittim. Ağrılarımla birlikte diş taşlarımı yok etmekle kalmadı tellerimi de çıkarttı. Sürekli aynaya, inci gibi bembeyaz dişlerime hayranlıkla bakmaktan kendimi alamıyordum. Dümdüz, pürüzsüz ve harikaydılar. Çarşamba sabahı okulda diğerlerinin de dikkatini çekti. Jack Roberts gözlerini bana dikti.

"Bir gecede Pippa Middleton'a dönüşmüş gibi görünüyorsun" diye kıkırdadı Phyllis. Ne düşüneceğimi bilemiyordum. Jack Roberts özründen beri garip davranıyordu. Normalde benden uzak durması gerekiyordu. Ama tam tersine daha çok karşıma çıkar olmuştu, hatta derslerde sürekli dönüp bana bakıyordu. Buna rağmen Jack Roberts beni huzursuz etmiyordu. Huzursuz eden, gizemli sıra arkadaşımdı.

Din dersinde yapmamız gereken sunumun günü gelmişti. Lee'nin beni sepetlediği günden beri bir araya gelememiştik. Onun yerine geçen hafta bir boş derste ve şimdi de öğle tatilinde çalışabildik. Rahatsız edilmeden çalışabileceğimiz boş bir İngilizce sınıfına girdik. Topladığım bilgileri Lee'ye verdim ve o da düzgün ama eski moda el yazısıyla dosyaya ekledi. Keyifle arkasına yaslanıp bana baktı.

"Nihayet ödevimiz hazır. Sunumu sen yapmak ister misin?" Ben, tek başıma, tüm sınıfın ve Yıldızlar Kulübü'nün önünde! Yok artık. "Bence sen okulumuza yeni gelmiş biri olarak çekici görünmekten daha fazlasını yapabildiğini kanıtlamalısın."

Bembeyaz, düzgün dişlerini gösteren bir gülümseme yayıldı yüzüne. "Birlikte yapabiliriz." "Yapmasak daha iyi. Sen tek başına daha iyi bir görüntü sergilersin."

Lee gözlerini devirdi. "Senin kesinlikle kendine daha fazla güvenmen gerekiyor."

"Ne ilgisi var bunun sunumla?" diye sordum şaşkınlıkla. "Sürekli içine saklandığın kabuğundan çıkmana yardımcı olur."

"İnan bana, hiç de öyle yapmıyorum" dedim gülerek. "Ama senin heybetli görüntünle daha iyi bir sonuç alacağımız kesin."

"Bu..."

"... tamamen gerçek" diyerek sözünü kestim ve tekrar kocaman gülümsedim. "Beceremezsen yardım ederim sana. Söz veriyorum" diye de ekledim lütfedercesine. "E o zaman sorun yok tabii" dedi kibirle.
Gücenmiş gibiydi. Umarım yanlış bir şey yapmamışımdır. Oraya çıkıp ödevi kendi yapmış gibi sunabilirdi. Sürekli geç kalmam ve kötü görüntümle öğretmenler arasında çok da sevilmediğimin farkındaydım.

Ve kader anı. Lee sunumu yaptı, artık kırgın da görünmüyordu. Herkesin nihayet kafasına sokabileceği kadar çokça adımı andı: Tüm ödevi birlikte hazırlamıştık. Lee, tam da düşündüğüm gibi mükemmel bir sunum gerçekleştirmişti. Doğru yerlerde esprili yorumlar yapmış, olmadık yerde merak uyandırıp (II. James oldukça can sıkıcıydı) inanılmaz enerjisiyle herkesi kendine bağlamıştı. Rahatlamış bir şekilde arkama yaslanmak üzereydim ki Lee sunumu bitirip coşkulu alkışları kabule geçmişti. Peki ya öldürülen piskoposlara ne olmuştu? James'in yaşamındaki tek heyecan verici olaya. Lee tekrar yanıma oturdu. "Kapa ağzını yoksa sinek girecek."

"Piskoposlara ne oldu?" Neden söz ettiğimi anlamıyormuş gibi alnını kırıştırdı.

"II. James Katolik olduğu için, kendisini reddeden ve bağlılık yemini etmek istemeyen piskoposları idam ettirmişti. Üstelik ona şantaj yapmaya da kalkışmışlardı."

"Saçma. Sadece görevden alındılar."

Dik dik baktım ona. "Hayır, kelleleri alındı. Bu kitapta öyle yazıyor."

PAN'IN GİZLİ VASİYETİ (1. Kitap)Where stories live. Discover now