Bölüm 1

59.6K 1.9K 671
                                    

Verdiğim kararın arkasında durmam gerektiğinin farkındaydım. Büyük insanlar böyle yaparlar. Ama bu, cehennemin fragmanı gibi olan eylül sabahında pikniğe gelmek sanki güzel bir fikir değildi. Alnımdan akan terler, şakaklarımı okşayarak ellerime çarparken tekrar tekrar düşündüğüm daha doğrusu düşünebildiğim tek şey buydu. Oysaki hemen yanı başımda deliler gibi futbol oynayan iş arkadaşlarım, hastalıklı gibi hissetmeme neden oluyorlardı. Terleyen yalnızca ben miydim? Hiç sanmıyorum. Ali'nin gömleği su içinde, Hakan'ın kokusu burnumun direğini kırmak üzere, Elif'in ter kokusunu bastırmak için sıktığı iğrenç parfüm ise kusma isteğimi uyandırıyor... 

"Elif, sanırım ben biraz yürüyeceğim." Sevecen bir tavırla bana dönmüştü. Keşke bana yavru kedi bakışları atmasaydı da ona, dişindeki maydanozu söyleyebilseydim. Neyse.

"Tabi tatlım. Eğer ilginç bir şey görürsen fotoğrafını çek." Hayali fotoğraf makinesiyle beni çektikten sonra mercimek köftesine geri dönmüştü. Emektar makinemi alıp boynuma astım. Hızlı adımlar atarken sesli düşünebilmenin tadını çıkarmaya başlamıştım bile.

"Sanki iş için geldiniz. Dergi için fotoğraf çekimi diyorsunuz, futbol oynayıp dedikodu yapıyorsunuz. Burada sıcaktan erimek üzereyim. Hatta eridim, buharlaşma noktasına yakınım." Yeni girdiğim 'Kamuran'ın Objektifi' dergisinden de kovulmak istemiyordum. Kovulduğum beşinci dergi olurdu ve bir daha iş bulabilmek imkansızlaşırdı. Buraya da çok kolay alındığım söylenemezdi. Neyse ki başarısızlar ordusunu bu dergiye toplamışlardı. Göze batmamak için ideal ortamdı.

İnsanlarla olan iletişim sorunlarımın sebeplerini bulmam gerekiyordu. Eğer bu sorunları çözebilirsem daha iyi bir hayat sürebilirdim. Asosyallikten de çıkar, böyle aptal pikniklere gelmek zorunda kalmazdım. Hatta erkek arkadaşım bile olabilirdi. 

"Çok konuşuyor insanlar." İç sesimin verdiği bu cevap, sebeplerden biriydi. İnsanlar lüzumlu lüzumsuz konuşuyorlardı. Lafın ne olduğu, nereye gittiği önemli değildi. Önemli olan tek şey konuşmaktı. Yine de konuşmak tek nedeni değildi bu durumda olmamın. Peki başka ne vardı?

"Dedikodu." İşte buydu asıl sebep! Bu nedenden dolayı kovulmadım mı her yerden? Başarınızı çekemeyen insanların sizden kurtulmak için yapamayacağı plan, çeviremeyeceği dolap yoktur.

En son, Afrika'da çektiğim 'İnsan ve doğa'  ismiyle ödül almak üzere olduğum fotoğrafımı kıskanan Banu Hanım, patronla aramda bir ilişki olduğunu bütün Facebook alemine yaymıştı. Unuttuğu şey ise patronun, benim amcam olduğuydu. Tabi yakınlığımızı herkes sevgili olduğumuz için zannetmiş, zavallı amcam da cadaloz karısıyla boşanma noktasına gelmişti. Sonuç olarak şimdi o cadalozun boynunda elmas bir kolye, ben ise;

"Kamuran'ın Objektifinden bu hafta hangi egzotik fotoğrafı paylaşsam? Şuradaki osuruk çiçeğine ne dersiniz?" Sarı, kötü kokan, üzerinden böceklerin hiç eksik olmadığı bu çiçeği neden çok sevdiğimi bilmiyordum. Yine de onun resmini çekip koleksiyonuma ekleyecektim. 

Objektifi değiştirip ilginç bir kare yakalamak ümidiyle makineyi sol tarafa çevirdiğimde gördüklerim yüzünden ayakta durmak için ekstra çaba sarf etmem gerekmişti. Ve aptal gibi tuşa basmış, sesin yankılanmasına izin vermiştim. Dolayısıyla da yakalanmama. 

Flaşın gözlerinde patlamasıyla toparlanan Sinan Bey ve Kamuran Hanım, hemen üstlerini giyindiler. Hatta Sinan Bey'in ayağı takılınca, Kamuran Hanım'ın göğüslerine düşmesini izlemek de bana ekstra olmuştu. Daha fazla rezil olamam dediğim anda hem de.

Ayaklarım kaçmak için hazırlanmışlardı ama hareket etmiyorlardı. Çenem kaskatı kesilmişti. Sinan Bey'in kahverengi gözleri bana saldıracakmış gibi bakıyorlardı. 

"Bizi gözetlediğin yetmiyor bir de fotoğrafımızı mı çekiyorsun küçük sürüngen?" Elleri sanki pençeye dönüşmüş gibi emektar makineme saldırmışlardı. Yutkundum ve kımıldamadan durmaya devam ettim. Kamuran Hanım sarı saçlarını arkaya atarak kıvıra kıvıra yanıma geliyordu. Sanki bir şey olmamış gibi. Az önce sizi bastım be kadın! Ben, senin yerine utanıyorum burada!

"Bence bir açıklaması vardır Sinan. Ona izin vermeliyiz." Sinan Bey, bizim müdürümüzdü. Ya da öyle sanıyorum. İkisinin konumunu kimse henüz çözememişti. Kamuran Hanımla onu basmak beni biraz şaşırtmıştı. Bu dedikodu da yayılmıştı herkese oysaki. Sadece ben inanmamıştım. Dedikodunun nasıl iğrenç bir illet olduğunu da bildiğimden üzerinde durmamıştım. Sinan Bey gençti. Kamuran Hanım ile olmasına anlam verememiştim. Konu para olsa, ikisinin de parası vardı.

Sinan Bey burnundan soluyarak bana bakıyordu.

"Sanırım konuşmam gerekiyor." İkisi de aptal mısın der gibi bakıyorlardı şimdi de. Haklılardı da.

"Ben sadece bitkilerin fotoğrafını çekiyordum. Dergi için." Titrek çıksa da sesim, konuşmayı başarabilmiştim. Kamuran Hanım, çok davetkar bir hareketle makineyi Sinan Bey'den almıştı. Neden birlikte olduklarını anlamıştım şimdi. Ben bile etkilendim kadından. Adam ne yapsın? Fotoğrafa bakıp gülümsedi. 

"Bence sen silebilirsin Zuhal. Hem hırslı kişileri severim. Beni anladın sanırım." dedi ve göz kırptı Kamuran Hanım. Anlamadım demek isterdim ama kafamı aşağı yukarı hareket ettirmekle yetinmiştim. O kıvırta kıvırta yürürken Sinan Bey ne yapacağını bilmiyor gibiydi. Son sinirli bakışını da atıp köpek yavrusu gibi peşinden gitmişti.

Tuttuğum nefesi geri bırakırken dengemi kaybedip düştüm. Düşmeme rağmen istemsizce gülüyordum.

"Kovulmadımm!" Ağacın dalından olup biteni dinliyormuş gibi duran bir kuş, bağırmam ile birlikte uçmaya hazırlanmıştı. Makinemi ayarlayıp ona doğru odakladım. Kanatlarını açtığı an bir görüntü kaydedebilmiştim. Diğer fotoğrafın silinmediğini de o zaman fark ettim. Kamuran'ın estetikli yüzü, sarı saçları, buruşuk dudaklarının yanında, Sinan Bey'in seksi vücudunu görmek... Tuhaftı. En iyisi bakmamaktı.

O sırada düştüğüm yer çatırdamaya başladı. Ne olduğunu anlayamadan kendimi uçurumdan yuvarlanırken bulmuştum. Dal parçaları ve taşlar, bıçak etkisi yaparken tutunacak yer arasam da bulamıyordum.

"İmdatttttt!" Uzaktan Sinan Bey'in sesini duyabiliyordum. Kahramanım o mu olacaktı yoksa?

"Zuhalll! Neredesin lanet olasıca! Ver o makineyi! Kendim silerim." Düşündüm de yuvarlanmak daha güzeldi. Hatta attığım çığlıkları da kesmeliydim. Ebedi sessizliğe bürünmek Sinan Bey'le yüzleşmekten daha iyiydi şu nokta da.

Başımı çarptığım sert zemin sayesinde durmuş olsam da buradan kalkamayacağımı biliyordum. Önce ince bir sızı şeklinde başlayan ağrılarım katlanılamayacak hale geldiğinde gözlerim de kararmaya başlamıştı. Belki de son saniyelerimdi artık bunlar. Bulaştığım karanlıkta görebildiğim tek şey parlak, mavi ışıklardı. Çok güzel, parlak, huzur dolu mavi ışıklar. Bir de elmalar... Hemen ileride ki ağacın üzerinde duran kırmızı, yeşil, mavi elmalar... Mavi elmalar? Mavi? Elma?





Mavi IsırıkHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin