Hiç görmediğim o eski günleri, bana aitlermiş de benden zalimce alınmışlar gibi sımsıkı kucaklayacağım.

Ne diyordum? Ah, bir diğer sevdiğim iş de hiç şüphesiz arka bahçeye tohum ekmek. Her ürünün farklı bir zamanı var, zamanından önce veya sonra dikmek verimini düşürüyor. Bugün ellerimizde yıllar öncesinden kalma çapa ve oraklarla, annemle birlikte iş bölümü yaparak arka bahçenin toprağını havalandırdık.

İşin, güneş tam tepeye çıkıp ortalığı kızdırmadan önce bitmesi mühimdi, yine de ikimiz de başlarımıza hasır şapkalar takıp üzerimiz şüphesiz kirleneceğinden eski kıyafetler giymeyi ihmal etmedik.

Annemle toprağı sürmeye farklı uçlardan başladık. Bu işin biraz yorucu olduğunu kabul etmem gerek ama her zaman toprakla iletişim halinde olmayı seven biri olmuşumdur. Onun getirdiği mucizelere adeta tapıyorum. Kara, biçimsiz bir toprağın ilgi gösterene leziz besinler vermesi hayran olunmayacak gibi değil. Tabi, tüm bu işlerin daha pratik bir yolu olsaydı kötü mü olurdu? Hayır. Çünkü annem git gide yaşlanıyor, yakında tüm iş bize kaldığında bu koca bahçelere yetmemiz mümkün değil.

Şehre yakın köylerin çok daha iyi durumda olduğunu duymuştum, her türlü teknoloji oralara kolayca ulaşırmış bizse traktörleri çalıştıracak yakıt bulmaktan aciziz. "Umarım alfalar bu işe de el atar yahu," diye mırıldandım, toprağı havalandırırken iki büklüm olmuştum.

"Ne dedin?" Annem duraklayıp alnını tişörtüne sildi.

Ona az önce söylediğim şeyi açıkça tekrar ettiğimde güldü.

"Alfalar bu kadar şeyin altından nasıl kalkacak bilmiyorum,"dedi. "Nihayetinde onlar da bizim gibi iki kol ve iki bacaktan meydana geliyor."

"Ama buraya gelme amaçları buydu, değil mi?"diye sordum irdelercesine. Şaşaalı bir törenle geldiklerinde her şey kolaymış gibi anlatmışlar, vaatlerde bulunmuşlardı. Gerçi bunu yapan lider dedikleri o kısa boylu alfaydı, şimdiyse çoktan konforlu şehrine dönmüştü. "Yani...en azından şehre giden yolları onarsınlar canım."

"Bunu yapacaklar zaten. Ama her şey sırayla, aynı anda olmaz."

"Doğru doğru, haklısın," iç çektim, yine Yoongi geldi gözlerimi önüne. "Alfalara da yazık. Hayatları boyunca hiç dinlenememişler gibi bir halleri var. Hep bir koşuşturma içindeler."

Annem beni onaylarken çamura bulanmış ellerimdeki minik marul tohumlarını kazdığım oyuğa serpiştirerek üstünü örttüm.

"Yoongi'yi görüyor musun?"

"Hı?" Başımı salladım. "Görsem söylerdim anne. Görmüyorum."

"Yine de sorayım dedim, belki kendine saklamak istediği şeyler vardır."

"Hayır, yok." Göğüs geçirdim, acayip derecede susamıştım eve gidip kana su içmek istiyordum. "Benim gizlim saklım yok." Birazcık vardı, o kadarı da olurdu canım. Kime neydi gece neler düşlediğimden.

Annem güldü.

Ben de Yoongi'yi düşünmeye kaldığım yerden devam ettim. Onunla en son birkaç gün önce görüşmüştük gerçekten de. Buna da ne kadar görüşmek denebilirse. Onu akşamüstü penceremden görerek aşağı koştuğumda beni fark etmemişti bile, etrafında bir sürü alfayla konuşuyor elindeki kağıda harıl harıl bir şeyler yazıyordu. Alfalar geldiğimi haber verdiğinde nihayet fark etmişti beni. Kafasını kaşıyacak vakti yoktu hakikaten ancak bu durum yine de beni birazcık üzüyordu.

Bu kadar meşgul olmaları doğaldı, önceden bize bunun hakkında bilgi vermişlerdi ama üzülmeden edemiyordum işte. Alfamdı o benim ve onu doyasıyla görmek de en doğal hakkımdı. Ama benim dışımdaki omegalar bunu bu kadar büyütmüş gibi durmuyordu. Herkes işine odaklanmıştı, bu bir görevdi sonuçta...gönlünü kaptıranın kaybedeceği bir görev.

Baby Blue | yoonminWhere stories live. Discover now