𝟮𝟬 ಇ slave of darkness

160 9 2
                                    







20. BÖLÜM
"KARANLIĞIN KÖLESİ"

oh the larceny - can't stop me now.

the weeknd - blinding lights.


12 AĞUSTOS 2022
ABD • WASHINGTON DC.

Son zamanlarda hız kesme gibi bir yetiye sahip olmayan hayatıma gerek psikolojik, gerek ise fiziksel olarak yetişmekte zorluk yaşadığım ortadaydı. İşin fiziksel boyutuna alışmamın üzerinden epey zaman geçmişti. Sıklıkla kendimi namlunun ucunda bulduğum için alışmaktan başka bir şansımın olduğu da söylenemezdi.

Bedenimde ev sahipliği yaptığım her yara, vakti geldiğinde beni terk etmesine rağmen izler her daim benimleydi. Unutmaya yeltensem bile maruz kaldığım her bir olayı hatırlatmaya tek başına yetiyorlardı. Dilleri yoktu ancak bir şekilde benimle konuşmayı başarıyorlardı. Ruhuma ilmek ilmek işleniyor, imzalarını bırakmaktan çekinmiyorlardı.

Kimisinin dikenleri vardı, kanatıyordu. Kimisi de dört odacıklı kalbimde çiçekler açtırabilecek kadar büyülü ve rüyalarla doluydu. Kış, yaza dönüşüyor; gece, ikiletmeden yerini gündüze bırakıyordu. Tilkilerimi bile hayrete düşürecek güzelliklerin arasında kalbim sefa sürüyordu.

Sonrasında kalbimi saran duvarlar bir buz kadar kaskatı kesiliyor; sefa, cefaya dönüyordu. Kemiklerim birbirine çarpıyor, dikenler varlığını hatırlatmaktan hiçbir şekilde geri kalmıyordu. Ruhum kan gölüne dönecek olsa bile kalbimdeki çiçeklerin solmasına izin vermemekte ısrarcıydım.

Ellerim paramparça olsa dahi çiçeklerimin tohumlarını ekmekten çekinmeyecektim. Ben, akıllara sığmayacak kadar büyük güzelliklerin öncüsüydüm. Ruhuma sinmeye yeltenen karanlığın kölesi olamazdım. Zira kırılan kanatlarımın yerini alan beş kişiyle daha bir güçlenmiştim. Anka kuşu misali küllerimden doğmuştum.

Attığım adımlar, bir kaya kadar sağlamdı. Adım seslerim ise doğanın şarkısıydı. Başladığım işin sonunu getirecek, yetmiş yedi yıllık esarete bir son verecektim. İnsanları kukla misali parmaklarında oynatmalarına tahammül edemediğim gibi bulanmış zihinlerin her birine aslında kirli amaçlar için kullanılan yemden başka bir şey olmadıklarını haykırmak istiyordum.

Belki bir ihtimal buzdağının görünmeyen kısmına sakladıkları gerçeklerin farkına varmalarını sağlayabilirdim. Kendi elleriyle kazdıkları çukura düşmelerini izlemekten fazlasıyla keyif alacağımı şimdiden hissedebiliyordum. Bunun için sabırlı davranmayı öğrenmem gerektiğinin farkındaydım. Aksi takdirde fevriliğim yüzünden asıl amacımdan uzaklaşabilirdim. Bu da korktuğum şeyi bizzat çekebileceğim anlamına geliyordu.

Yürüdüğüm koridorda yankılanan ayakkabılarımın tok sesi, düşüncelerimin sesini bastırmakta olduğu gibi beni gerçeklerle yüzleştirmekte de son derece başarılıydı. Amir San, hazırlanıp Succotash'ın bar bölümüne geçmemiz için her birimize on beşer dakika süre vermişti. Görünüşe bakılırsa ben, verilen süreyi uyuşukluğum sebebiyle çoktan aşmıştım.

Her birinin ip gibi yan yana dizildiğini fark ettiğimde sertçe yutkundum. Amir San ellerini kalçasının altında birleştirmiş, kendi belirlediği alanda attığı adımlarla dakikalardır buluşma alanına intikal etmemi beklediğini tek bir kelime etmeden anlatmayı başarmıştı. Anlaşılan mekânı resmi olarak açmadan önce konuştuklarımızı tekrardan hatırlatmayı planlıyordu.

Giydiği kahverengi pantolon ve bej rengi gömleğiyle her zamankinden oldukça farklı görünüyordu. Burada gerçekleştirdiğimiz ilk toplantıda kasa ile ilgileneceğini belirtmiş olsa da anlaşılan o da bizim gibi Succotash modasına uyum sağlamaya karar vermişti. Mekânın içine hakim olan renkleri çalışma kıyafetlerimizde de taşımak güzel bir fikirdi.

stains on the mirror ಇ liskook, taennieTempat cerita menjadi hidup. Temukan sekarang