9 - TARUMAR

759 95 417
                                    

Human Touch - Promise Not To Fall

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.


Human Touch - Promise Not To Fall

Köpükleri aceleyle iki yana ittiğimde sarı metalin üzerine bulanan kırmızı sıvının bana hatırlattığı tek bir şey vardı; kan.

Elime aldığım altın metalin ise net ve tek bir şekli vardı; Şah.

♛♚

Koştukça yerimde sayıyordum yine. Yine bir kâbustaydım. Yine hızlı adımlarımı savuruyor, fakat olduğum yerden bir milim dahi ilerleyemiyordum. Yine yüzümü rüzgar yalıyordu ve ben yine nefes nefese kalmıştım. Bu kez vals yapan anne babama koşmuyordum, bu kez yakalamaya değil kaçmaya çalışıyordum. Bu kez küçük Pelin değil, büyük Pera idim. Bu kez ardımda dört nala bana doğru gelen bir tazı vardı. Dişlerinin arasından salyalarını akıtıyordu koşarken. Her adımında ağzı daha çok tükürük salgılıyor gibi, yaklaştıkça salyaları daha çok akıyordu. Müthiş bir hırsla, müthiş bir açlıkla yaklaşıyordu bana her geçen saniye. Koşmaktan artık yorulmuştum fakat hızlı adımlarım dur durak bilmiyordu. Tazıdan kaçamayacağımı biliyordum; dişlerini hırsla bedenime geçirecekti. Tazıdan kaçmaya çalışmak anlamsızdı, üstelik her adımımda yerimde sayarken. Fakat işte; içgüdü.

Deva'nın ölü bedenini yok etmeye çalışırken de aynı içgüdü esir almıştı zihnimi; hayatta kalmak ve özgür olmak içgüdüsü. Her şeye rağmen, tüm kabullenişlerime rağmen, tazıdan kaçabileceğime inanıyor ve bu uğurda canımı dişime takıyordum.

Tazının adı Şah'tı.

Ala bulanmış altın metal figür, parmaklarımın arasından kayarak köpük parçalarına gömüldü. Parmak uçlarımda kalan ıslak histen kurtulmak için ellerimi defalarca pantolonuma sürdüm düşünmeden. Adımlarım küçük koridorda sağa sola dönüyordu. Nefesimin kesildiğini hissettiğimde, tazının dişlerini çoktan boynuma geçirdiğini düşündüm. Ellerimi ters ve düz şekilde, on üçüncü kez pantolonuma sürdükten sonra artık parmak uçlarım karıncalanmaya başlamıştı.

İki elimi de havada savurdum karıncalanma hissini dağıtmak için. Fakat bu eylemim çok uzun sürmeden sağ elim göğsüme gitti, çünkü bu kez kalbim göğüs kafesimi dövüyordu. Olduğum yerde nefes nefese kalmıştım. Adımlarım birkaç kez dönmüşlerdi etrafımda yalnızca fakat ben maraton koşmuş gibi hissediyordum. Kapıma kadar gönderilen bu küçük koli, ecel terleri döktürüyordu bana. Müthiş bir süratle dibe doğru hızla çakılıyordum ve yıllar sonra, aslında dibi hiç merak etmediğimi anladım tüm bunlar olurken. Yüz kaslarım gerilmekten artık acıyor, harelerimin önünde biriken tuzlu minik damlalar, kadrajımı bulanıklaştırıyordu.

Elim hızla cebimdeki telefona gitti. Hareketlerim aceleci olmasına rağmen, saniyeler geçtikçe gecikmiş gibi hissediyordum. Avuç içlerim terledi ve bu sebeple kurumuş, dağılmış, ince tabaka hâlindeki kan yeniden tazelendi. Genzimde büyüyen yumru, bana nefes alacak bir alan tanımıyordu ve nefes alamadığım her salisede tazının dişlerini hissediyordum. Telefon, titreyen ellerimden kaydı ve köpük parçalarına düşerek yarısı köpüklere gömüldü. Hızla eğilip geri aldım, bir kez daha düştü. Dudaklarımdan bir küfür koptuğunda, serbest bıraktığım nefesim, genzimde biriken hıçkırıkların dökülmelerine olanak tanıdı. Gözyaşlarım ise onların başlattığı isyanı devam ettirerek bir bir dökülmeye başladılar. Parmaklıklar açılmıştı ve özgürlüğe hasret olan tüm feryatlar, yarın yokmuş gibi bedenimden kaçarak hiçliğe karışıyorlardı.

MATWhere stories live. Discover now