33| Zindanlar

120 8 2
                                    

Her karakterin bir rengi vardır. 

Melek Demirel'in turuncu, Ekim Balcı'nın siyah, Burak Balcı'nın sarı, Cem Demir'in mavi, Nil Alaca'nın yeşil, Gölge'nin kırmızı ve Kahve Dumanın kahve rengi. 

Her rengin de, bir anlamı vardır, her sözün bir anlamı olduğu gibi. 

🤎


Küçük, üstü tül ile örtülü beşik. Onun için de ondan çok daha küçük, bir bebek. Koyu saçları, minik elleri ve zeytin çekirdeği gözleri vardı bu bebeğin. Ve onu bir çok bebekten ayıran özelliği ise, yaşadığı evdi. Yada yaşamaya çalıştığı. Bu gece ağlamıyordu. Oysa ki ağlardı her gece. Ev halkı da artık bundan muzdarip olmamaya başlamıştı. 

Küçük çocuk kardeşinin minik yüzüne bakarken için de ki küçük yara kaşınmıyor değildi. Bu sessizlik hoşuna gitmemişti ve korktuğu şeyin başına gelmesinden korkuyordu. Kaşlarını çattı ve dudaklarını büzdü. Küçük bebeğin elini tuttu. Bebeğin avcu ilk defa abisinin parmağını kavramıyordu.  

"Ağlasana, küçük" dedi. 

Bebekte en ufak bir kıpırdanma olmayınca, küçük çocuk, bebeğin elini bıraktı. Ancak bakışlarını bir an olsun minik bebeğin yüzünden ayırmıyor, küçük bir kıpırdanmayı bekliyor ve kaçırmak istemiyordu. Bebeği uyandırmak için aklından bin bir türlü fikir geçti. Ancak hiç birini yapmak istemedi, içinden gelmedi. Bunun yerine annesine haber vermenin en mantıklısı olacağının düşündü. 

Bir kaç adımda odanın kapısına geldi. Kardeşinin beşiğine son bir kez baktı. Nedense için de şüphenin yarası büyümüştü. Ama iyi düşünmesi gerektiğini biliyordu. Kapının soğuk, ve paslı demir kulpunu indirdiğin de kapı gıcırdadı. Bu ses, küçük evi ıssızlaştırdı. Buna alışık olduğundan önemsemeden kapı eşiğinden uzaklaştı. 

Direk salona açılıyordu ev. Tam karşı da bir oda, sağın da ise kapısı işlev görmeyen bir mutfak vardı. Yıkık dökük bir evdi, kesinlikle yuva değildi. Yuva sıcak olurdu, alkol kokmazdı. Küçük çocuğun evi ise, buz gibiydi. Ciğerlerine dolan ağır koku ile başını eğdi. Salonu es geçip, tam karşı da ki odaya fırlamak istedi. Ancak ciğerlerine dolan koku bunun olamayacağını fısıldadı. Bu evde koşmak yasaktı. Koşmak, küçük çocuğa yasaktı çocuklara yasak değilken. Başka zaman olsa umursamazdı ancak küçük bebeğin durumunu annesine söylemesi gerekiyordu bir an önce. 

"Yine ne karıştırıyorsun küçük sıçan?" adımları durdu. Başını çevirmek istemedi. Annesinin yanına gitmek istiyordu. Kendi için değil, küçük bebek için. Başını kaldırmadan babası olması gereken adama döndü. Bakışları dokuma halının şekillerin de gezinmeye başladı. Epey eskiydi, küçük çocuğun sessiz çığlıkları da 

"Hiç bir şey karıştırmıyorum" dedi, sessizce. "Bebekten ses gelmiyor anneme haber vereceğim, sadece" bu düşünce kafasında dolandı durdu. İçin de ki yarayı tekrar hissetti. Ciğerlerini zehirleyen ağır koku, ile zihnin de ki seslerden uzaklaşmaya başlarken alaylı bir gülüş duymuştu.

"Kim bilir belki de ölmüştür" küçük çocuğun yarası kanadı, sızladı, canını yaktı. Gözleri acımasız ve nefesi alkol kokan adamda dolanmaya başladı. Elin de ki purosunun dumanın ciğerlerine dolduruyordu. "Hem," parmakları arasına aldı tekrar eski puroyu. Dudaklarından kurtulan dumanla birlikte, küçük çocuğun masum gözlerine baktı. "Bir boğazdan kurtulmuş olduk. Fena mı olur? Hem annende daha az çalışır" adam, bu dediğine pek sevinmişti. Ve deli gibi güldü.

ÖLÜM KOŞUCULARIWhere stories live. Discover now