9 ❉ KIZ VE ÖFKESİ

Start from the beginning
                                    

Yüzmeye çalıştım, daha çok isyan eder gibiydim. Etrafımı görmeyi denedim, ardından mavi bir ışık belirdi. Işık kocaman halkalar halinde çoğaldığında bunun gerçek olamayacak kadar kocaman bir ahtapot kolundaki benekler olduğunu fark ettim. Ahtapot kolunu öyle bir savurdu ki böğrüme, resmen sudan geri fırlatıldım. Havaya yükseldiğimi hissettim, birden gerisingeri çimlerin üstüne düştüm. Ağzımdan kan püskürttüm.

Profesör Demetrius'u gördüm fakat doğrulamadım çünkü karnımda darbenin etkisiyle gelen ağrı vardı. Hatta ağrı hareket ediyordu.

Başımı karnıma doğru eğdiğimde üstümde bebek ahtapot gördüm. Ahtapot birden ayaklarını hareket ettirerek vücudumdan ayrıldı. Büyümeye başladı, insan ayakları ile gövdesi oluştu fakat kollarının ve başının olduğu yerde sekizer ahtapot kolu vardı.

"Julius! Vulcan! Karışmayın!"

"Profesör Demetrius," dedim kan kusarken. "Sizin ben yaşadığınız hayatın her saatini si- aaaaaaaahhhhhh!" Cümlemi tamamlayamadan ahtapotun sağ kolunun olması gereken yerdeki sekiz solungaç boğazımı kavrayarak beni havaya kaldırdı. Tekrar havada uçtum çünkü beni ağaçların arasına atmıştı. Sırtım bir ağaca çarpıp vücudum garip açıda bükülene kadar duramadım.

Ağacın gövdesinden yere kaydım. Yere ağzımda birikmiş tüm kanı döktüm. Şu ana kadar ölmememin bir mucize olduğunu düşündüm. Hatta ağrılarıma rağmen kendimi yenilmez hissettim. Muhtemelen göğsümdeki kemiklerden biri kırılmış, ciğerlerime baskı yapıyordu fakat yine de sağlam hissediyordum.

Ahtapot herife doğru baktım. Yakınında dikkatini yöneltebileceği onlarca kişi olmasına rağmen bana ilerledi. Kafasındaki kolları eğdi, kollar birden bana doğru uzadı.

"Kaçsana çocuk!" dediğini duydum Profesör Demetrius'un. Ahtapotun tüm kolları gövdeme sarıldı ve yine ayaklarımı yerden kesti fakat bu sefer fırlatmak yerine organlarımı ağzımdan dökmemi istercesine sıkmaya başladı.

"Bir el atsanız harika olur Profesör," dedim kıvranırken. Bir yandan da karnıma sarılmış kollarına vurmaya, onları itmeye çalışıyordum.

"Ne münasebet," dedi, sesi sırıtıyor gibiydi.

Öfkemi hissettim ama çok derinlerdeydi, çıkmaya da niyeti yoktu. Çığlıklar atarak kolları üstümden atmaya çalışırken yalnızdım.

Bayılacakmış gibi olduğumu sandım ama yalnızca görüşüm incelmişti. Ahtapotun kollarının içinde ne kanını ne de kaslarını gördüm, aynı sirenler gibi sudan oluşuyordu. Muhtemelen bana ateş lazımdı fakat öyle bir gücüm yoktu, hatta şu anda su yüzünden vücut ısım tamamen düşmüş gibiydi. Nasıl bayılmıyordum, nasıl ölmemiştim yahu?

Tek bir seçeneğim vardı. Daha doğrusu, aklıma gelen ilk çözümdü. Başımı eğerek ulaşabildiğim ilk kolu sertçe ısırdım, ağzıma serin su tadı doldu. Ahtapot kollarını birden geri çekerek beni bıraktı. Yere yığılmaktan son anda yalpalayarak kurtuldum. Kurtuldum yanlış kelimeydi aslında. Isırdığım kolu yavaş yavaş bedenin yanında düzelmeye başladı. Ahtapot diğer kolundaki sekiz uzantıyı da bana yönlendirdi. Kollar açılarak gelmeye başladı. Ellerimi kaldırarak yüzüme doğru gelen ikisini yakaladım. Onlarla ne yapacağımı bilemeyerek tutmaya çalışırken ayaklarım çimlerin üstünde geri geri kaymaya başladı.

Örgüler aklımda ışık gibi yandı, bir düğüm oluşturdum kollarından ikisi arasında. Sudaki büyük ahtapotun çığırdığını duydum. Bebek(?) ahtapot diğer altı koluyla bana ulaşmaya çalıştığında yakalayabildiklerimi birbirine bağladım, bir yandan da koşuşturuyordum sağa sola. Vücuduma çok fazla darbe aldım. Her bir kemiğim kırılmak üzereydi.

KIZ VE ÖFKESİWhere stories live. Discover now