"Iyy! Bu ne çirkin bir heykel böyle?! Ayrıca bu kahrolası tapınak temizlenmiyor mu?! Her yerde böcek var!" Sare ağlayacakmış gibi konuştu. Artık herkes içerideydi ama tapınak fazla karanlıktı. Sonuçta eskiden tapılan gece tanrıçasına aitti...

Arkamı dönüp Yiğit'in söylediği ve azda olsa farkedilen, neredeyse iki katım kadar olan Nyx heykeline baktım. Her yeri yıkık döküktü. Mermerden yapılmış heykel oldukça korkutucu görünüyordu.

"Sanırım korkuyorum." Dedi Bulut ve hala görünen çıkışa yaklaştı. "Siz halledersiniz bence, ben gidip burunsuz adamla sohbet edeyim. Eminim canı sıkılıyordur, onada yazık." Deyip koşarak tapınaktan çıktı.

"Korkak velet." Diye homurdandı Yiğit ve elini kaldırıp duvarlardaki meşalelerin aydınlanmasını sağladı. Meşaleler yandığında heykel daha net bir hal aldı. Elinde büyük bir asa tutan kadının heykeli büyük bir kapının önünde duruyordu. Tapınak genişti. Seslerimiz büyük salonda yankılanıyordu.

"Beş kapı var." Diye mırıldandı Alina, etrafta gözlerini gezdirerek. "Ayrılmalıyız."

"Bu kötü bir fikir olabilir, tapınağı bilmiyoruz. Kaybolabiliriz." Dedim önümdeki kapıları inceleyerek. Şeytan yanıma gelip belimden tuttu ve beni yavaşça arkasına çekti. Sanki bir tehlike sezmiş gibi önündeki kapıya bakıyordu.

"Sizde duydunuz mu?" Diye sordu Berk, hızla elini kılıcına atarak. Uzun bir sessizlik oldu. Herkes tetikteydi. Şeytan belindeki kılıcı kılıfından çıkardı ve önünde tuttu.

"Çocuklar! Daha demin inanamayacağınız bir şey oldu! Voldemort kılıklı adamla sohbet etmeye çalışıyordum ama bir anda ortadan kaybold-" Bulut'un içeri girmesiyle yerinde dona kalması bir olmuştu. "O-onun burada ne işi var?"

Herkes hızla Bulut'un baktığı yöne döndü. Nöbetçi heykelin tam önünde, pelerinini çıkarmış şekilde duruyordu. Kırklı yaşlarındaki adamın donuk yeşil gözleri üzerimizde gezindi ve en sonunda beni görünce durdu. Sessizce şeytanın arkasında duran bana baktı.

"Onu nasıl fark edemedim?" Diye azarladı kendini Alina.

Şeytan beni arkasına daha çok çekti. Berk ve Batu temkinli bir şekilde yanımıza yaklaştı. Bizi gelecek tehlikeden korumaya çalışıyorlardı.

"İçeri girmemize izin verdin, şimdi ne istiyorsun?" Diye sordu şeytan sakince. Sakin olsada aklındaki soruları zihnimin içinde duyabiliyordum bağımız sayesinde.

Sare ellerinden mavi bir ışığın yayılmasına izin verdiğinde nöbetçi sadece ona kısa bir bakış atmakla yetindi. Tekrar bana döndü. "Orman ruhu senden memnun değil, çocuk."

Bir süre ne dediğini idrak etmeye çalıştım. Derin bir sessizlik oldu. Bir şey olmasada izimin yanmaya başladığını hissettim. "Madem memnun değil, o zaman bana ve eşime neden yeni güçler verdi?" Diye sordum sakin olmaya çalışarak.

Nöbetçi güldü ve ellerini arkasında birleştirdi. "Sen o güçleri hak ettiğini mi sanıyorsun?"

Şeytanın arkasından çıktım. Bu eşimi huzursuz etsede bana izin verdi. Kendimi koruyabileceğimi biliyordu. "Kim hak ediyormuş? Sen mi?" Alayla güldüm. "Sonuç olarak, şu anda güçler bende. Onları amaçlarım uğruna kullanacağım." Dedim sakince.

"Orman ruhunu kızdırdın, çocuk. Kimi kızdırdığının sen bile farkında değilsin." Dedi nöbetçi.

"Kendimi affettirmek için ne yapmalıyım peki?" Dedim alayla. Sinirlenmeye başlıyordum. "Karşısında diz çöküp yalvarayım mı? Yoksa dünyasını kurtarmaya çalışmaya devam mı edeyim?" Dişlerimi sıktım. Bakışlarımı bileklerimdeki dövmelere kaydı. "Bana ceza verdiler zaten. Kimin bana kızıp kızmadığını umursamayı bıraktım çünkü doğru yolda olduğumu hissediyorum. Bilmiyorum ama hissediyorum. Ateş'ten kurtulmak için her şeyi yapacağım, dirilttiği ölü bedenlerin huzura kavuşmasını sağlayacağım, öldürdüğü veya lanetlediği varlıkların adaletini sağlayacağım."

Dolunayın AltındaDär berättelser lever. Upptäck nu