Perde 85- Yasını Tuttuğum Çocuk

1.4K 157 14
                                    

Keyifle oku balım <3

Şarkı: Ghost- Marry On A Cross

"Diğer evrende arkadaş olduğumuza emin misin? Yani sadece arkadaş mıydık? Sana sarkmamış olmama imkân yok Cassie. Tam benim tipimsin. Belki de yalan söylüyorsun."

Süvarilerden aldığımız gri bir atın üzerindeydik. At, araf süvarilerinin neredeyse kuş kadar hafif yarı saydam bedenini taşımaya alışık olduğundan bir kadın ve iri yarı bir erkeği taşırken zorlanıyordu.

"Daha hızlı gidebilseydik keşke," dedim bıkkınca. Aloha hemen arkamdaydı. Bacaklarıma değen ayaklarını atın karnına bastırdı ve birazcık daha hızlanmamızı sağladı. "Neden benimle değil de Hell'in ikiziyle evlendin ki?" dedi bir kez daha. Arkamda olduğu için gözlerimi devirdiğimi göremeyişinden memnundum.

"Çünkü ben ona aşığım ve seninle gerçekten çok iyi arkadaşız. Yani diğer senle." İki farklı evren olduğunu kendim bile henüz kavrayabilmişken başkasına anlatmaya çalışmak deliceydi. Söylediğim her bilgi kulağa öyle deli saçması geliyordu ki bana inandığı için iblisçenin beyninden şüphe etmeye başlamıştım.

"Yani hiç öpüşmedik?"

Boğulur gibi oldum. "Hayır," dedim kesin bir dille. "Biz o kadar iyi arkadaştık ki dünyada bir süre birlikte yaşadık. Sen bana erkek kardeşimi bulmam için yardım ettin." Son kelimem havaya karışırken iblisçe sustu. Kalbimin içinde huzurlu olan tek kısım Marr, Anton ve Jo'nun benden uzakta güvende olduklarını bilen kısımdı.

Atın iç içe geçmiş degrade yeleleri ellerimin tersine çarparken rüzgârı tenimde daha iyi hissedebilmek için gözlerimi kapattım. Araf ormanının tanıdık taze kokusu ciğerlerime her doluşunda içimde minicik bir parçam umutla yeşeriyor gibiydi. Belki de her şeyi düzeltmenin bir yolu vardı.

At taşlıktan çıkıp ince bir patikaya girdiğinde yüzüme çarpan yapraklardan korunabilmek için gözlerimi açtım. Şimdi daha yavaş ilerliyorduk. "Anlattıklarına bakılırsa senin için çok şey yapmışım," dedi iblisçe. Geriye doğru bedenini bükerek pantolonunun cebinden çakmağını çıkardı. "Ama sen benim için hiçbir şey yapmamışsın. Bu durumda biz nasıl çok iyi arkadaş olabiliriz ki?" Sigarasını yakıp dumanını enseme üfledi. Bir insan size küfretmeden de ağır şeyler söyleyebilirdi, bu da onun kanıtıydı.

Dudaklarımı mantıklı bir yanıt verebilmek için araladım ama ne yanıt ne de başka bir şey çıkmadı. Haklıydı. Benim için çok şey yapmıştı, peki ben karşılığını nasıl ödemiştim? Onu bir Frankenstein'a dönüştürerek.

Gerçeğin beraberinde getirdiği utanç, karnımdan çıkıp kulaklarıma varana dek her yerimi yaktı. Beni soluyana ödüm hediye ederdim. Belki şu anda da yaptığım buydu. Başka bir dünyada yine Aloha'yı bulup başına türlü belalar getirmeyi seçmiştim yine.

"Belki de ben yalnız devam etmeliyim," dedim iblisçeye. "Lilith cadılarla yaşıyorsa Periotrus'taki herkes onun yerini biliyordur. Birilerine sorarım ve..."

"Ve anında boğazını keserler. Evet, tabi neden olmasın? En iyisi yalnız devam et." Azarlandığım için surat asarak içinde ilerlediğimiz ormana çevirdim gözlerimi. "Neredeyse geldik," dedim pek de emin olamayarak. Koruluğunu tanıyordum, nasıl unutabilirdim ki? Bir ağacın adak için kanımı akıttığı sonra da ben içinden geçerken neredeyse beni öldürmeye çalıştığı yerdi burası.

At yavaşlayınca Aloha koşumları tutarak ipi kendisine doğru çekti. Gri at daha da yavaşladıktan sonra nihayet durdu. Aloha attan atlayıp inmem için elini bana uzattı. Önce ellerine sonra da suratındaki kibirli ifadeye baktım, ardından atın sırtına tutunup kendi başıma indim. Halinden memnun bir ıslıkla ödüllendirilince omuz silktim. "Sadece bir at," dedim eyeri düzeltirken. "Sen bir de beni vampirlerin kafasını keserken gör." Aloha sırıtınca hayat bir an için normale döndü. Sonrasında iblisçenin boynuna takıldı gözlerim, gerçek Aloha'nın boynunda Keranu'nun beceriksizce yaptığı dev çirkin dikişler vardı şimdi.

ATEŞLİ KANATLARHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin