✔️3. Bölüm

115 31 3
                                    

Ada'yla devam...

Kulağımda kulaklıkla pencereyi izliyordum. Yemek yedikten sonra heryeri temizlemiş, ders çalışmak için odama çekilmiştim. Uzun uzun ders çalışıp dinlenmeye karar vermiştim.

Saat onbir olmasına rağmen uyuyamadım...

Kapım çalındığında ayağa kalkıp kapıyı açtım. Alper üzerinde yine siyah giysileri ile karşımdaydı. "-Ben gidiyorum. Patron kızmadan işe yetişmem gerek. Saat ikide gelirim. Kapın kilitli olsun , ev senin. Dolapta abur cubur da var. Geldiğimde uyumamış olursan beraber ders çalışırız." Başımı salladım. "-Alper, çocukları tembih eder misin? Yabancı bir araba gördüklerinde seni arasınlar." Başını salladı.

Dışarıda uyumayan çocuklar ve gençleri görmesem ondan bunu rica etmezdim. Korkuyordum. Hayatım boyunca çok şeyden korkmamıştım ama konu babam ve yapabilecekleri olduğunda işler değişiyordu. O sınırsız bir güce sahip olduğunu sanıyordu. Ki sınırsız olmasa da gerçekten büyük bir gücü vardı. Biz hiç fakir bir aile olmamıştık. Alışmak zor diye düşünmemiştim hiç ama. Kaçsam nasıl yaşarım demedim hiç...

Gerçi kaçma fikri iki yıldır aklımdaydı ya...

Çocuk olduğum için çok fazla üstüme gelmiyorlardı sanıyordum. Tabi üstüme gelmedikleri hali kaçmama sebep olduysa bir de gelselerdi ne olurdu kim bilir? İntihar falan ederdim herhalde...

Ama ölümü kurtuluş olarak görmüyordum...

Yaşanacak güzel anıların varlığına inanıyordum...

Biraz evi dolanmaya karar verip ayağa kalktım. Odamdan çıkarak salona yürüdüm. Aklıma Alper'in kaldığı oda geldiğinde kendime bir "dur" dedim. Bana güvenerek beni evine almıştı. Onun odasına gitmem hiç de doğru olmazdı. O yüzden aklımdaki düşünceleri bir kenara attım.

Mutfağa ilerledim. Belki birşeyler yapar tezgaha bırakırdım. Ya da dışarıdaki çocuklara dağıtırdım. Onların gözünde yabancı biri olmak istemiyordum. Yerimi iyileştirmem gerekiyordu.

Birkaç kap çıkardım. Bir kapta kek, diğerinde tatlı kurabiye, sonuncusunda da tuzlu kurabiye hamuru yapıp önce kurabiyeleri fırına verdim. Onların hazırlanıp pişmesi yarım saati bulmuştu. Sonra keki fırına verdim. Kendi odamın penceresine çıkıp sabah bize yardım eden çocuğa seslendim.

"-Murat!" Kafası derhal yukarı döndü. Onunla beraber birkaç bakış daha bana döndüğünde biraz ürperdim. "-Yukarı gelir misin ablacım?" Başını salladı.

Bu saatte uyanık olmamı garipsememiş olacak hiçbir şey sormadı kapıyı açtığımda. "-Efendim abla?" Ona elimle içeri gel diyerek mutfağa yürüdüm. "-Yemeniz için birşeyler yapmıştım. Aşağı götürür müsün?" Gözleri tezgahta duran kaplara takıldı. Gülümsedi. "-Hamarat abla olmuşsun bile. Mahalle ablası da olursun yakında." Gülerek kabı ona verdim. "-Mahalle ablaları nasıl davranır diye ders de alacağım. Bekle sen."

Sıcak gelen gülümsemesiyle kapıdan çıktı. Bir kez daha geldiğinde
tezgahın başında durdu. "-Abla bir de içecek versen?" Dolaba yürüdüm. İki şişe limonata gördüm. İkisini de ona uzattım. "-Bu arada çocuklara söyle biraz sessiz olabilirler mi?" Başını salladı. "-Teşekkürler abla."

"-Rica ederim ablam."

Bana abla demesi şimdiden güvendiğinin simgesiydi. Alper söylemişti 16 yaşında olduğunu. Sakin bir çocuktu. Saygılı biriydi en azından...

Alper için ayırdığım kurabiyeleri dolaba koyup odama döndüm. Masaya oturup sabah yarım bıraktığım geometri testine döndüm. Aklıma istemsizce sabah olanlar geldiğinde gözlerimi kapattım. Benim suçum değildi ki... Onu ben öldürmemiştim. Onun bir katili vardı. Ve bu ben değildim.

Düşüş Where stories live. Discover now