31- ANTRENMAN

33K 3.3K 2.2K
                                    

3 hafta sonra...

Hayatımız anormalden normale geçerken, kalp kırıklarımıza bir çare bulmuş yeniden eskisi gibi olmuştuk.

Şimdilerde ondan korktuğum anılar kâbus gibi geliyordu, hayatımızda böyle bir zaman geçtiği için garip hissediyordum. Hiçbir zaman Bozkurt'dan korkmamıştım, lafta olan söylemlerim oluyordu ya da üniversitede o gün aşırı sinirliyse birbirimizi öldürürüz diye yanına yaklaşmaya korkardım ama bu farklıydı.

Canımdan çok sevdiğim adam, canından çok sevdiği beni belki öldürmek, zarar vermek istiyordu. Kendi adıma aşırı zor ve tüyler ürpertici günlerdi, onun ise neler düşündüğünü bilmiyordum.

Belki de hâlâ düşünüyordu.

Kendimi bunun tersine inandırmaya çalışıyordum çünkü son zamanlarda eski Ömer gibi olmuştu, göreve gitmeden önceki hali hatta. Tedavisi ilerledikçe hayata dönüyor, çektiği acı kadar güçleniyordu.

Elimdeki iki market poşetiyle beraber düşüncelere dalmış bir vaziyette evin önüne geldiğimde direkt arka bahçeye yöneldim. Havalar gittikçe soğuduğu için bahçede pek fazla oturmuyorduk aslında ama dış kapıdan girmek daha yorucu geliyordu nedense.

Sonbahar aylarına girdiğimizden bahçedeki tek büyük ağacın sararmış dalları bahçeyi süslerken, yaz kış farketmeksizin yeşil duran korkulukları sarmalayan bitkiler ve ıslak zeminle bahçe oldukça güzel duruyordu.

Ha bir de boydan boya olan kapıyı açık bırakmış, bahçede üzeri çıplak bir şekilde mekik çeken Ömer, bahçeye güzellik katarken kıskançlık damarıma baskı uyguluyordu. Etrafıma bakındım herhangi biri var mı diye, zaten yandaki evlerde müstakil olduğu için içeriyi pek fazla göremezlerdı, tabi gizli gizli bahçe korkuluklarının arasından izlemiyorlarsa.

"Üşüteceksin Ömer." dedim yanına ilerleyip, bir tehlike olmadığı için rahattım. O kadar dikkatli yapıyordu ki işini, ancak geldiğimi fark etmişti.

"Sıkıntı değil, üşümüyorum."

Altında gri bir eşofman vardı, üstü çıplaktı. Boynundaki künye esmer tenini parlatıyordu. Karın kasları belirgindi, iri bedeni aşırı güzel duruyordu.

"Aman ha iyi çalış yoksa almazlar seni." dedim laf vurarak. Ne yaparsam yapayım ikna edemedim onu, zaten ikna olacağını da düşünmüyordum.

Bir kere daha mekik çekerken güldü, yeniden yere yattı. Yanına gidip ters ters bakarken elimdeki poşetleri kenara bıraktım, ardından karın bölgesinde durup ayağımı diğer köşesine attım. Bütün misafirlerin gittiğinin bilincinde rahattım. Kasıklarına yakın olan bölgeye ağırlığımı vermeden oturdum.

"Bugün geceye bırakacaktı Seyfi abi, ben de hastayım rolü yaptım." dedim elimi karın kaslarının üzerine koyup. Bedeni her yükselip indiğinde hafifçe hareket ediyordum, yeşil gözleri beni izliyordu.

"Sana orada çalışma diyorum solcu, sen inatla gidiyorsun." dedi bir kere daha bana doğru yükselirken.

"Aşkım başka iş yok ne yapayım?"

Hitabımla altımdaki vücudu kasıldı, gülümsedim. Hâlâ en ufak güzel sözüme alışmamıştı aynı benim gibi.

Bir şey demeden bir kez daha yükselip bir elini yere, diğerini belime koydu. Yanağımı sıkıca öptü nemli dudaklarıyla. Kucağına iyice yerleşip kolumu boynuna sardım, anında kafasını boynuma yasladı.

Diğer elini destek aldığı zeminden çekip tamamen oturur pozisyonda durdu ve sıkıca sarıldı vücuduma. Onun nemli, buz gibi tenine ufak ufak öpücükler kondururken, Ömer kokumu içine çekiyordu.

Bir süre o soğukta konuşmadan birbirimize sarılı vaziyette durduk, küçük öpmelerim büyüdü ve en sonunda kendimi ondan çekip kokumla mest olmuş adamın sarhoş gibi duran yüz ifadesine bakarak dudaklarına sert bir öpücük kondurdum.

"Hadi yemek yiyelim." dediğimde kafasını salladı, sakalını okşayıp bir de yanağından öptüm.

Ayağa kalkıp elinden tuttum ve onu da kaldırdım. Parmaklarımızı birleştirip içeri geçtiğimizde dışarıya nazaran ılık olan ev daha iyi gelmişti. Poşetleri alıp pencereyi kapattım.

Benden destek alarak elimizi ayırmadan, hafifçe aksayarak mutfağa geldi. Üzeri hâlâ çıplak duruyordu ve böyle oldukça karizmatikti.

"Salatayı ben yaparım." dediğinde kafamı salladım.

İkimiz öpüşüp koklaşarak zor bela yemeği yaparken, pişmiş olan yemeğin altını kapatırken o sırada telefonum çaldı. Kotumun cebinden telefonu çıkarıp ekrana baktım. Ekranda yazan isimle ufak çaplı şaşırdım.

Telefonu cevaplayıp kulağıma götürdüm.

"Alo." dedim tezgaha yaslanıp. Ömer o sırada salatayı tabaklara koyuyordu.

"Alo, Erdal nasılsın. Tanıdın beni değil mi?" numarasını silip silmediğimden emin değildi sanki.

"Tanıdım tanıdım Bekir," Ömer'in umursamaz bakışları aniden bana döndü. "İyiyim sen nasılsın?"

"İyiyim, İzmir'desin değil mi?"

"Evet."

"Ben geleli çok oldu, geçen hafta çarşı iznine çıkmadım cezalıyım diye. Yarın buluşalım mı? Biraz buraları bana tanıt ya." dedi sıkıntılı bir sesle.

"Ulan askere gider gitmez ceza almayı nasıl başardın?" Ömer 'asker' lafını duyduğunda işini yarıda kesip tamamen bana döndü. Kafasını sallayıp kim o anlamında sordu, kaşları çatılmaya meyilliydi.

"Sorma kardeş, bir komutan var nefret etti benden." dediğinde gülesim gelmişti.

"İyi tamam, yarın buluşuruz ben seni alırım."

Ömer her lafımda gittikçe sinirleniyordu.

"Eyvallah."

Gülümseyip telefonu kapattığımda Ömer açıklamamı beklermiş gibi suratıma baktı. O an hiç bahsetmediğim Bekir ile aydınlanma yaşadım.

"Yavrum, Bitlis'de ki bebeklik arkadaşım burada askerlik yapıyor da. Babası bana emanet etti, o da şimdi aramış yarın buluşalım mı diyor."

Ömer söylediklerimi kafasında tarttı, saniyelerce öyle durdu ve ardından kafasını salladı.

"Tamam." dedi yalnızca ama rahatsız olduğu belliydi.

"İstersen sen de gel." dediğimde yeniden tabaklara döndü.

"Yok, antrenman yapmam lazım."

Kafamı eğip suratına baktım ama o göz teması kurmadan tabakları aldı ve masaya ilerledi. Omuz silktim.

Ben de sessizce masaya geçen adamın hemen yan tarafına oturdum.

***

Bana güveniyor musunuz?

DEVA Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin