26

18 5 0
                                    

(Dütdürürüt dütdürürüttt! YOROBUN GÜNAYDIIIINNN! Son 4 bölümdeyiz, salı gününe kadar bitecek bu kitap. En geç pazartesi vedalaşıyoruz yani, salı günü ameliyatım var çünkü. Bugün atabilirsem 2 bölüm atacağım size <3)

(Kanemoto Yoshinori'nin ağzından/1 gün sonra)
Heran'ı bahçede ne kadar arasam da açmamıştı. Okulda olabileceğini düşünüp telefonu kapattım ve içeriye girdim. Eğitim görevlisinin odasının önünde bir çift duruyordu ve oldukça gergin görünüyordu.

-BAK BAK GELDİ! GELDİ UYUZ ÇOCUK, diye bana bakarak bağırdı kadın. Kaşlarımı çatarak yanlarına gittim ve gider gitmez kadının yanındaki adamdan büyük bir tokat yedim.

-Öldüreceğim seni ulan, naptın kızıma öldüreceğim seni, diyerek beni boğazlamaya çalışınca eğitim görevlisi araya girdi ve onu uzaklaştırdı.

-Beyefendi yarışmacılar aylardır burada kimse çıkmadı elinizde kanıt yokken neyle konuşuyorsunuz!

-Bu serseri çocuk benim Heran'ıma bir şeyler yaptı! Sevgiliymişsiniz, naptın kızıma? NAPTIN DİYORUM SERSERİ HERİF, diye ağlarken haykırdı annesi.

-Heran'a ne oldu?

-Bir de bilmiyormuş gibi mi yapıyorsun hayvan herif, öldüreceğim seni. Söyle kızımı nereye bıraktın, söyle!

-Heran'a ne oldu? Heran...diye konuşmak istesem de gönlüm daralmıştı, konuşamadım. Gözümden yaş akınca ailesi de duruldu ve birbirlerine baktı.

-Noldu Heran'a?

-Kızım kayboldu, diyerek yere çöküp ağlamaya başladı annesi. Telefonu kalan son sakinliğimle arka cebime koydum ve hızla Jeongwoo'nun odasına gittim. Kapısı tam kapalı değil, örtülüydü. Odanın kapısına yumruk atıp açtım.

-NEREDE O PİÇ HERİF, diye bağırdığımda oda arkadaşı irkilip bana döndü.

-Yemekhaneye indi, dedi sadece. Yemekhane'ye hızla indim ve masalara bakıp onu aradım. Her pisliğin altıdan o çıkıyordu. Koşa koşa gidip yakasına yapıştım ve onu kaldırıp sarstım.

-Tek bir kez soracağım. Heran nerede?

-Aaah, demek ki fark ettin kızının yokluğunu ama bu sefer aradığın bende değil ne yazık ki!? Her şeyi yaptığımı kabul ediyorum ama bunda benim parmağım yok. Gerçekten inan bana.

-NEREDE, HERAN NEREDE?

-Dün senin cici amcan babalarımızın şirketlerine baskın düzenledi. Sana bir ipucu, Hwan'ın böyle şeylerden ödü kopar. Bu sabah da şüpheli bir yere gitti. Git bi bul onu istersen ha? O salak doktora da söyle çekilsin yolumdan, dediğinde anlamıştım onun yaptığını. Çünkü o yapsa direk konuya girerdi, korkacağı bir şey yoktu. O yapsa, bu dosyayı durdurursan anlaşırız tarzı şeyler söylerdi ama söylememişti, bu konuyu açmaktan çekinmesi yoktu çünkü. Yakalarını bıraktım ve biraz nefesimi düzene soktum.

-Salak Hwan'ın iş verdiği adam benim ufak bi gizli ajanım. Adama dün okul çıkışı Heran'ı bulmasını söylemiş. Park Jeongwoo bana yardım etmedi de demezsin artık, dediği zaman gözlerim döndü. Doğru söylediğine hiç bu kadar emin olmamıştım. O an ne yarışma, ne ödül, ne geleceğim, ne babam, ne annem, ne geçmişim, ne suç işleyecek olmam...hiç birini düşünmedim. Tek odaklandığım bir şey vardı. Tek bir şey...Hwan'ı öldürmek.

-Hwan nerede, diyerek son bir gerçeklik kontrolü yapmak istedim kendimce.

-Bahçede gördüm onu az önce. Git alt et onu adamım, bana iş bırakma, dedi ve gülerek oturdu. Bahçeye çıkıp etrafa bakındım. Onu uzaktan görünce son kez doğada oturduğunu fark ettim. Bir daha böyle bir doğayı görmesi mümkün olmayacaktı.

(So Junghwan'ın ağzından)
En son Woo ile takılmaya gittiğimiz gün alkol almıştım ve hayat çok yorucu olduğundan bugün de içebileceğimi düşünerek bir şişe ile yurt bahçesine çıktım. Bir kaç yudum alıp şişeyi yanıma bıraktım. Bugün Byeol muhtemelen okula gidiyordu ama yarın haftasonu olduğu için onu görmem gerektiğini düşündüm. Aklıma ve kalbime çok hızlı girmişti. Başımı eğip kendi beceriksizliğime, ondan hoşlanmama şaşırarak güldüm. Sonra birinin bana yüksek sesle bağırdığını görüp başımı kaldırdım.

-SO JUNGHWAN, diye bağırmıştı Yoshinori. Yüzü domates gibi kızarmış, bu kızarıklık gözlerine kadar gitmişti ve çatık kaşları, bir şeyler olduğunu gösteriyordu.

-Oooo, Yoshinori, dediğimde büyük ve hızlı adımlarını bitirmesi, yanıma varması ve yanımdaki içki şişesini alıp kafamda patlatması 3 saniye kadar kısa bir sürede gerçekleşmişti. Şişe yüzünden afallayıp kafamı tuttum. Tek eliyle iki yakamı kavradı ve bahçenin öbür tarafında ona seslenen kişileri duymayıp beni ağaca fırlattı. Sırtım ağaca çarpınca yüzüm acıdan buruştu. Her kelimesinde sırtımı tekrar ağaca vuruyordu.

-Heran, nerede? Sana, tek, bir şey, soruyorum, Heran, nerede? NEREDE, diye bağırdı en sonunda ve beni ağaca vurup ellerini çekti. Konuşamayacak kadar acı kaplamıştı vücudumu. Yüzüme, yıllardır boks yaptığı güçlü elleri ile bir yumruk indirdi ve üzerime çıkıp beni yumruklamaya başladı. Aynı zamanda inatla Heran'ı soruyordu. Onun belini kavrayan eller onu üzerimden çekmişti ve yere düşmüşlerdi. Gökyüzüne bakıp ağzımdaki kanı, başımı yan çevirerek ağzımdan attım. Bir tarafta Haruto, bir tarafta Doyoung kollarından tutmuş, Junkyu da önüne geçip onu ittiriyordu.

-Dur, sakin ol. Suçsuzken suçlu olacaksın dur, dedi Junkyu ve onu oturttular. Junkyu bana bakıp süzdü. Sonra Haruto'ya başıyla işaret verdi ve Haruto gelip beni koltuk altlarımdan tutıp kaldırdı, sırtımı duvara yaslayıp oturttu.

-Durumu çok kötü, dedi. Doyoung onu bırakıp geldi ve yanıma çömelip göz kapaklarımı kaldırarak gözlerime baktı.

-Hala kendinde, revire götürelim, dediğinde beni o ve Haruto kaldırıp revire götürdüler. Yatağa girdiğimde tavanla karşı karşıya kaldım ve tanrıya, canımı bağışladığı için teşekkür ettim.

(Kim Doyoung'un ağzından)
-Haruto, tut onu, dedim ve Haruto Junghwan'ı hafiften tutup kaldırınca tişörtünü sıyırarak sırtını çevirdim. Bir kaç kıymık batmıştı, onları çıkararak pansuman yaptım ve sırtında en büyük darbeyi alan yeri temizleyerek sardım. Sonra yüzünü geri çevirdik ve önce kafasına müdahale ettim. Saçlarını iyice ayıklayıp teker teker kafasında kalan camları temizledim. Oraya pansuman yaptım ve kafasını sardım. Yüzündeki yumruk yerlerini de sildikten sonra tutması için ona buz verdim ve eldivenlerimi çıkarıp yüzüne baktım. Bu iki pislik önce Soung'u, sonra Heran'ı kaldırmıştı, ben de yardım etmiştim. Hayatını kurtarmıştım. Kalbim bu acıya daha fazla dayanamıyordu. Hızla oradan ayrılıp taksi tuttum ve okula gittim. Soung olmadan yaşayamıyordum ve onu kurtarmamın tek bir yolu vardı. Okula gidip dekanlığın yanına gittim.

-Staj yerimi değiştirmek istiyorum.

-Önce selam versen fena olmazdı.

-Özür dilerim.

-Staj yerin falan değiştirilemez bu arada. Oraya görevlendirildiysen orada kalmalısın.

-Oradan çıkmam gerek.

-O zaman okulu bırakmak için bir dilekçe yazarsın, ha?

-Peki, diyerek yanındaki boş kağıtlardan bir tane aldım ve doktor önlüğümdeki kalemi çıkarıp alelacele bir dilekçe yazarak kağıdı ona verdim.

-İşte, dilekçe, dediğimde bir süre yüzüme baktı, sonra kağıdı alıp diğer dilekçelerin üzerine koydu.

-Artık reşit bir insansın seni vazgeçirecek değilim. Akşama kadar sisteme geçirir kaydını silerim, dediğinde başımı sallayıp çıktım ve okul yurduma gidip eşyalarımı toplayarak kargoyla ailemin evine gönderdim. Bir çanta eşya tek yanımda kalmıştı. Onu da sırtıma takıp turnuva binasına gittim. Soung sevgilim olmasa bile onun canı benim yüzümden tehlikedeydi ve ben bu vicdan azabıyla yaşayamazdım, onu kurtarmak benim vicdani görevimdi. Her yerde arayıp tarayıp Jeongwoo'yu bulduktan sonra resim odasının kapısını kapatarak yanına gittim ve konuşmaya başladım.

-Okulu ve burayı bıraktım. Savaştık, bitti. Sen kazandın. Sadece sevdiğim kızı bana geri ver.

-Güzel fikir, takdir ettim doğrusu. Çok uzatmadan algıladın yapman gerekeni. Bak, arayalım abilerini halletsinler, ha? Akıllı çocuk...

STRUGGLEWhere stories live. Discover now