Dakikalar geçti.

Hiçbir şey olmadı.

Gücümü kullanamıyordum. Olmuyordu.

"Dolunay!" Bulut endişeyle ve kızarmış gözleriyle bana baktı. "Bir şey yapman gerekiyor artık! Kan kaybediyor!"

"Biliyorum!" Dedim öfkeyle. Öfkem kesinlikle Bulut'a değildi. Ormanda büyük bir sessizlik oldu. Yaratıklar bile saldırmayıp bizi izliyordu.

Yiğit ve Batu yavaşça yanıma geldi. Sare elini omzuma koyup yanıma diz çöktü. "Daha fazla dayanamayabilir, bırak ona şifacımız yardım etsin." En aklı başındamız o'ydu burada. Çünkü ben delirmek üzereydim.

Askerler ve komutanlar endişeliydiler ama benim iyileştirme gücümü biliyorlardı ve bir şeyler yapmamı bekliyorlardı. Ne yapabilirdim ki? Kahrolası bir Orman Ruhu eşimin yavaş yavaş ölmesini görmeme bayılıyordu.

Aptal geyik.

"Şifacı nerede?" Diye fısıldadım ama sesim çok kısık çıkmıştı. Sol tarafımda duran genç kadın ona seslenmemle hızla şeytanın yanına diz çöktü ve onu inceledi. Birkaç anlamını bilmediğim sözcük fısıldadı. Şifacı olmalıydı.

Sinirle güldüm.

Ona bunu yapan herkesi öldürmek istiyordum. Onlarda acı çeksin istiyordum. Ben yaralanınca Savaş'ta böyle mi hissetmişti? Çok korkunç bir duyguydu ama intikam istiyordum.

Bir el, elimi güçsüzce kavradığında irkilerek oraya baktım. Savaş elimi tutuyordu. Şaşkınlıkla bakışlarımı yüzüne çevirdim. Kısılmış gözlerinin arasından bana bakıyordu. Şifacı onu uyandırmıştı. Askerler ve arkadaşlarım rahat bir nefes almıştı ama ben hala huzursuzdum. Hayır, huzursuz değil öfkeliydim. İçimdeki öfkeyi kontrol edemiyordum.

"Ben iyiyim," dedi şeytan, kısılmış sesiyle. "Sakin ol." Dediğinde dişlerimi sıktım. Düşüncelerimi biliyordu, kendimi kontrol edemiyordum. İçimdeki kurt kesinlikle intikam istiyordu.

"Yapamam." Dedim başımı sallayıp. "Senin canını yaktılar, cezalarını çekmeliler." Eşimin mavi gözleri endişeyle gözlerimin içine odaklanmıştı.

"Sen ne dedin?" Yiğit kaşlarını çatıp beni inceledi. "Tuhaf davranıyorsun..."

"İntikam istiyor, bu çok doğal." Dedi arkamdan gelen bir kadın sesi. Bu Alina olmalıydı.

"Efendim, yaratıklar kampın etrafını sarıyor." Dedi bir komutan endişeyle yanıma gelerek. Zırhı kan içinde kalmış komutanı tanıyordum. "Sizi güvenli bir yere götürmeliyiz."

Başımı önüme çevirip şifacıya baktım. İşine devam ediyor, tuhaf sözcükleri fısıltıyla peşpeşe sıralıyordu, elleri şeytanın kanadının üzerindeydi. Şifacı her ne yapıyorsa çok zorlanıyor gibi görünüyordu çünkü şimdiden nefes nefese kalmıştı. Kralını iyileştirmek için çaba sarfediyordu.

Bakışlarımı kaldırıp arkadaşlarımın yüzlerinde gezdirdim gözlerimi. Sare, Yiğit, Bulut, Berk ve Batu bana sorarcasına bakıyordu. Lena'ya ulaşamıyordum çünkü hiçbir şekilde gücüm yoktu.

Nefesimi yavaşça dışarı bıraktım ve başımı önüme eğdim. Askerler etrafa dağılmış, kampı korumaya çalışırlarken son kez şeytanın elini sıkı sıkıya tuttum. Elimi kendine çekip dudaklarına götürdü ve avuç içime küçük bir öpücük kondurdu. Bunu yaparken bakışlarını gözlerimden ayırmıyordu.

"Sana güveniyorum." Dedi kısık sesiyle, sonrada başını geriye yasladı ve gözlerini kapattı. Endişeyle şifacıya baktığımda ne soracağımı anlamış olacak ki, aceleyle cevap verdi.

Dolunayın AltındaWhere stories live. Discover now