Bölüm 8: "Nakledilmiş"

445 21 1
                                    

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.


"Nereye götürüldünüz?" diye sordu Çiğdem Hanım.

"Başta kırk kere sorduysak da söylemediler bize... Mayıs-Haziran ayı falandı herhalde, havalar sıcaktı. Açık bir kasadaydık ama fenalaşanlar olduydu.

En son bir depo gibi bir yerde kaldığımızı hatırlıyorum; bir süre bizi orada tuttular, sonra da Müslümanlarla Rumları ayırdılar. Başta anlamadıydık, niye evimizden ettiklerini de sonradan anladım.

Boşalan köylere, sanki orada yaşıyorlarmış gibi asker yerleştirmişlerdi. Köyü boşaltma sebebi olarak da o sırada gerçekleşen depremi bahane etmişlerdi. Deprem şiddetliydi tabii, dağdan aşağı toprak yağdıydı da birkaç evin üstüne taş düştüydü ama yaşanmayacak gibi de değildi.

Bizim köy onların üssü olmuştu. Sonra Müslümanları depoda bırakıp diğerlerini hep Müslüman mahallelere yolladılar. Hanelerde üstünlük sağlamaya çalışıyorlardı, komşu komşuyu kurşuna yağdırmak için ev, bark değiştiriyordu.

Onların her şeyden haberi vardı da bizim yoktu. Temmuz ayında da tüm dünyanın haberi oldu. Ben cahildim, aklım ermedi ama orada Türk askerleri hayatımızı kurtardı.

Bana da yeni ev, sıcak bark verdiler. Yeni bir hayat, yeni bir yuva, yeni dostlar... Ne kadar iyi olursa olsun eskisinin yerini tutmadı, eski de yeninin yerini tutamazdı.

Eski evimde... Eskide anamların mezarı vardı, dua bekleyenlerim vardı, ara sıra avuçladığım toprak, rüyalarıma sızan ruhlar vardı. A-ama... Tatsız anılarımda vardı orada. Yerden silinmeyen kan izleri, kulaklarımdan gitmemiş kurşun sesleri, her gece rüyalarıma izinsizce dalıp her birini şuraya kazıyan kâbuslar ve acı çığlıklar...

Huzurevinde hiçbiri yoktu, orada rahattım. Kendi işimi kendim görmeme gerek yoktu, parmaklarımı yedi-yirmi dört gübreye daldırmama gerek yoktu. Kâbus gördüğümde hemen koşup elimi tutan evlatlar, hastalandığımda yatakta kendi kendime kıvranmayayım diye beni bahçeye çıkarıp ilaç içiren hemşireler vardı. Para kazanıp da kendime bakayım derdim olmadı, bu öğünü atlayayım da sonrakinde yarım ekmek yiyeyim, demedim.

Şeker hastası olduğumu da orada öğrendim zaten. Hemşireler bana sordu, ara sıra bayılman oluyor muydu, falan diye. Tabii benim de ara sıra uykum gelir, kapının yanındaki kanepeye uzanıp uyuverirdim. Meğerse şekerim düşüyormuş da, ölümün eşiğine geliyormuşum her öğün atladığımda.

Öyle işte, Allah beni çok kez kurtardı; çok kez kıl payı ölümden döndüm. Belki de ettiğim dualar, kıldığım namazlar ömrümü uzattı belki de en başından beri sınavım yalnız ömrümü nasıl idare ettireceğimdi.

Allah bilir, bu kadar yaşadığıma da ibadetlerimi az uz devam ettiğime de şükrediyorum.

Belki ömrümün altmış beş yılı Kıbrıs'ta beterin beteriydi ama demek ki son otuz yılda güzel şeyler de görecekmişiz."

Alp YıldızlarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin