62. Sonun Başlangıcı

835 36 23
                                    

Sanki evrenden tüm iyilik ve umut alınmış, ışık yok olmuş, her şeyle o karanlığa düşmüştüm. Bu yolumu yitirmekten ve kaybolmaktan fazlasıydı. Bir daha asla eskisi gibi olmayacaktım. Bir daha hiçbir şey aynı kalmayacak, iyi bir şey olmayacaktı.

Gözlerimi yavaşça açıp, hatırlamaya çalıştım. Tüm yaşananları... Düşmeye devam ederken, kanatlarım yırtılmaya başlamıştı. Sırtımdaki o korkunç acı ile dayanılmaz ağrı hissi beni hâlâ mahvediyordu. Acı beni soluksuz bırakıyor, bu dayanılmaz acıdan gözlerim kararıyordu. Kendime ve etrafıma baktım. Bu sonsuz hiçliğe mahkûm olmuştum. Benim seçimim olarak görünse de ben bu kararı almaya mecbur bırakılmıştım. Bana kaçacak yer bırakmamışlardı. Hiçlik Dünyası'na da gidemezdim. Kim önünde duran en kötü seçeneği tercih ederdi ki? Zorunda kalmıştım. Başından beri en çok Hiçlik Dünyası'ndan korkuyordum. Elimde olan, kötünün iyisi sayılan tek seçeneği tercih etmiştim. Sonum burasıydı, hiçliğin farklı bir yüzüne baktığımı düşerken bile anlamıştım. Ama artık çok geçti.

Düştüğüm yer uçsuz bucaksız bir alan, kimsenin olmadığı bir vadiydi. Bir daha asla bulunamayacaktım. Dahası bulunmamam için de herkes elinden geleni yapacaktı. En acısı da hâlâ bulunmak isteyen zavallı ve kimsesiz yanımı susturamamamdı.

Elimde kayıplarımdan ve düşüşümden fazlasını, yitirdiklerimden azını tutuyordum.

Elimde hem her şey hem de hiçbir şey vardı.

Ben yoktum.

Evren vardı.

Ben bitmiştim.

Hayat başlamıştı.

Düştüm.

Her anlamda düştüm. Cain'in söylediği gibi, her anlamda yok oldum. Artık kendimi neyle tanımlayacaktım? Bir hiçtim.

Düşmemle yere sertçe çarpmış ve bilincim bir süreliğine kapalı kalmıştı. Gözlerimi açtığımda, ne kadar zaman geçtiğini bile bilmiyordum, sonsuz boşluk ve hiçlikle karşı karşıya kalmıştım. Sonsuz hiçlikte, zaman kavramı da koca bir boşluktan ibaretti. Bomboş gözlerle etrafıma bakmış, hiçbir şeyin içinde olduğumu anlamıştım. Önce korkup, bu yokluğun Hiçlik Dünyası olduğunuz zannetmiştim. Sonra mavi göğü fark ettiğimde, İnsanlar Dünyası'nda olduğumu kavrayıp, herhangi bir canlıya ait bir ses olup olmadığını duymaya çalışmıştım. Yoktu.

Issızlık dışında hiçbir şeyin olmadığı bu yokluk vadisinde yapayalnızdım. Zaman yoktu. Ben de yoktum. Burası içimin bir tasviriydi, hiçlik, uçurum, yalnızlık ve kimsesizlikle harmanlanmış bir ıssızlıktı. Koskoca evrende her şey vardı, hem de herkese yetecek kadar. Herkesin sığacağı kadar alan, herkesin ait olabileceği biri, bir yer veya zaman vardı. Ama benim yoktu. Nefes alabileceğim kadar hava bile yoktu. Orada da yoktu, bu yüzden kurtuluşum bu sığınaktı.

Hiçlik hariç, hiçbir şeye sahip olmamam ne ironi ama, değil mi? Acı içinde inledim. Her yerim yara bere içindeydi. Yine de en hasarlı yerim kalbimdi.

Artık karanlığı görüp anlayabileceğim kadar bile ışığım yoktu. Gerçek karanlık, ışığın olmadığı bir yer değilmiş. Gerçek karanlık, kendi içimizde ışıksız, yalnız, kimsesiz ve umutsuz kaldığımız anmış. Belki gerçek karanlık hep içimizde yer alıp, dışarı sızmak için doğru zamanı bekliyordu. Benimki de en doğru anda açığa çıkmıştı. Bu diğer karanlıklarıma benzemiyordu. Kalbimin arka odasındaki karanlığımdı, hep benimle olan ama hiç tanımadığım karanlığım karşıma dikilmişti.

Herkesin kalbinin arka odalarından biri bu karanlık vardı, ama hiçbirimiz yüzleşmeye bile cesaret edememişizdir. Gerçek benliğimizi gizleyen karanlığa ne zaman bakmak istedik? Kime gösterebildik? Kendimizden bile saklanırken, nasıl korkusuz bir şekilde bakabilirdik ki... Çoğumuz böyle bir cesaret gözlüğüne sahip değildik. Ben de zorunluluktan bile olsa kalbimin arka odasında, gerçek benliğim ve karanlığımla yüzleşmiştim. Kendi karanlık dehlizlerimde dolaşmıştım. Artık eski Hazel olmam mümkün değildi. Kendi karanlığıyla, gizli tarafıyla yüzleşebilen kimse eskisi gibi olamazdı.

RUH LEKESİ(düzenleniyor)Where stories live. Discover now