6. Bölüm

1.2K 87 22
                                    

(Düzenlendi)

____________________________

"Alın şunun kellesini!"

Komutan Kongar, beyaz Kuzgunun üzerinde göğüsünü gere gere dururken hemen yanındaki askerlere emir verdi. Kim ne cürretle onu, ulu Kongar'ı Han'a almaz idi? Bu topraklarda kendisinin sözü geçerdi ve böylesi aşağlanmaya elbette müsade göstermeyecekti.

Moğol süvarilerinden bir hızlıca omzunun arkasından çıkardığı oku yayına taktı ve hedefini han duvarının üzerinde olan nöbetçiye dikti. Boylece Moğol askerin tuttuğu okun keskin ucu, saniyeler içerisinde Taygar askerin göğüsüne saplanıvermişti.

Başında Moğolların sembolik tüyünü üzerinde taşıyan ok, Taygar erin göğüsüne öyle bir delmişti ki genç adamın üzerindeki zırh adeta tozla buz olmuştu. Kan gözle görülür bir şekilde Taygar'ın vücuduna yayılırken genç adam çoktan gözlerini yummuş ve bedenini ise boşluğa bırakmıştı. Han tarafında bulunan askerlerde ürkütücü bir sessizlik oluştu. Asker, yandaşları olan Taygar'ın cansız bedeninin duvarın üzerinden duşüşünü şok ile izlediler. Moğolları duvarların ardına almayan askerler, bu yaptıklarının bedeli olarak Taygar'ın ölümüne sebep olmuşlardı kim bilir belki aralarında bu zalimlere kurban gidecek dahası da olacaktı? Ancak hiçbir asker geri çekilmedi, hepsi ölümü göze alıyorlar idi çünkü Han'ın güvenliği bu asker birliğinin sorumluluğundaydı.

"Hazır ol asker!"

Han duvarının üzerinde dik bir şekilde duran Han komutanı, Han'ın güvenliği için birliğini hızlıca dizginlemesi gerektiğini biliyordu. Bir askerinin ölümü elbette Moğollar tarafından önemsiz bir can parçası idi fakat bu Han komutanı için geçerli değildi.

Komutanın sesiyle duvarın üzerindeki bir düzine asker, yaylarına geçirdikleri okları olağanca gererek Moğollar'ı hedef almıştı. Artık Bu durumda olası bir savaşın çıkması ise an meselesiydi. Öyle ki ciddi askerlere kıyasla duvarların dışında kalan Moğollar ve komutanları Kongar, neredeyse alay eder gözlerle kendilerini izlemekteydiler. Bu durum bazı askerlerin kafasını karıştırmıştı, en nihayetinde her biri Kongar'ın ne denli çılgınlıklara başvurabileceğini tahmin edebiliyordu neticede karşı tarafın bu rahatlığı pek de hayra alamet değildi.

Komutan Kongar, sıkkınlıkla gözlerini devirdi. Kendisini öylece güneşin altında bırakmaya sebep olan birlik askerlerine karşı aynı zamanda öfkelenmeye başlıyordu. Onun bugün elini kana bulamak gibi bir isteği de pek var sayılmazdı, bugün onun günüydü. Batı Anadolu'ya sefere gidecek kişi nihayetinde Celasun yerine kendisi atanmıştı. Kongar elbette bu duruma şaşırmamıştı, Kubilay Han'ın tez vakitte en makul kararı vereceğini biliyordu ve öyle de olmuştu. Koca adamın keyfinin sebebi de bundan dolayıydı ve eğer bu keyfi şuan için geçerli olmasaydı kendilerini güneşin altında bekleten adamları acımasız bir ölümle karşılamaktan ayrı bir zevk alırdı. Zira Han askerleri bugün sadece şanslı günlerindeydi.

"Sınırı aşma Komutan! Karşında Ulu Kongar'ın olduğunu bilmez misin! Derhal kapıları açın." Kongar'ın hemen ardındaki atın üzerinde duran Cerkutay, yüksek tonlu horultulu sesiyle karşı tarafa yapmaları gerekeni haykırdı. "Ok yaydan bir defa çıkar. Adamlarının tek bir oku şu kuru toprağa düştüğü vakit, ölmek için yalvarırzınız o vakit askerlerin de heba olur gider." Diyerek devem eden Cerkutay, her kelimesinde yapıp edemeyecekleri şeyin olmadığını açıkça vurgulamıştı.

Ortam kopabilecek bir savaş rüzgarını şimdiden ev sahipliği yaparken Moğolların ne denli kendilerinden emin olduklarını kavrayan askerler arasında görünür bir tedirginlik var sayılmazdı. Keza her biri yaylarının arasına geçirdikleri okları komutanlarından emir almadan indirmeyeceklerdi.

YÜZYILLAR ARASI YOLCULUKWhere stories live. Discover now