Çok Güzelsin

41 8 38
                                    

Jang Wooyoung'un defnedilişinin üstünden 5 gün geçmişti. Erkek arkadaşı San odasından hiç çıkmamıştı. Abisi Hongjoon etrafta ölü gibi dolaşıyordu. Ağlamaktan ve uyumamaktan gözleri akacak gibiydi. 5 günde 50 yıl yaşlanmıştı resmen. Diğer arkadaşları da onlar kadar olmasa da perişan haldeydi. Hatta ilk 3 gün intihara girişim olur diye erkek yurdunun önünde ambulans bekletmişlerdi.

Han Jisung, Wooyoung'un ölümüne bizzat şahit olan kişi, 5 gündür her yediğini kusuyordu. Yüzü solmuştu, gözlerinin altında -günde 2 saat uyumasından olsa gerek- torbalar oluşmuştu. Hem duygusal boşlukta hem de yoğun bir duygu denizinin içinde gibi hissediyordu.

Wooyoung ile yakın değillerdi ama tanık olduğu şey öyle dehşet vericiydi ki... Wooyoung ona "yalnız ölmek istemediğini" söylediğinde bir şeyleri abarttığını düşündüğü için suçluluk, anlattığı şeyler doğruysa diye de korku duyuyordu. Polise hiçbir şey anlatamamıştı. Ne diyecekti ki? 'Evet memur bey, arkadaşımın ruhlar tarafında avlandığını düşünüyorum.' falan mı?  

İç çekerek elindeki tabildot ile sırada ilerledi. Yemekhane görevlisi olan kadın, o gün öğle yemeği için verilen yemeği tabildotuna doldururken bile midesi bulanmaya başlamıştı. Ne konduğuna bakmadı, gerçekten sadece bakmaktan kusacağından korkuyordu. Bu, okuldaki imajı ve yemekhanede yemek yiyen diğerlerinin midesi için iyi olmazdı herhalde.

Boş bir masaya geçip tabildotu önüne yerleştirdi. Önünde biraz pilav, biraz tavuk ve salata vardı.

'Tavuğu severdin sen, değil mi Jisung?'

İç çekip yemek çubuklarını eline aldı. Tam yemeye başlayacaktı ki karşısından gelen tanıdık bir ses ile irkildi.

"Tavuk sevmiyorsun sanırım, ha?" 

Kafasını kaldırdığında bu kalın sesin sahibi ile karşılaşmayı bekliyordu: Kahverengi saçları, parıl parıl kahve gözleri ve çilli yanaklarının yukarı doğru toplanmasına sebep olan gülümsemesi ile Lee Felix oturuyor olmalıydı karşısında.

Wooyoung'un ona anlattığına göre hâlâ bulunduğu binanın damında artık bedeninin etrafında böceklerin ve sineklerin uçuşmaya başladığı, kurumaya yüz tutmuş büyük bir kan birikintisinin içinde yatan ve göğsüne bir bıçak saplanmış olan Lee Felix... Ama kafasını kaldırdığında gördüğü şey neredeyse küçük dilini yutmasına sebep oldu.

Karşısında oturan insan değildi, o kadarını anlıyordu. Çünkü hiçbir makyaj ya da kostüm bir insanı karşısındaki hâle çeviremezdi. 

Öncelikle göze çarpan şey kırmızı ve mor tonlarında parlar gibi görünen bir çift kanatımsı uzuvdu. Tüye benzer küçük küçük kristallerle kaplıydı ama bir şekilde yumuşak da görünüyorlardı. Sanki arkasında katlanmışlardı, Jisung ne kadar büyük olduklarını merak etti. 

İkinci dikkat çeken şey ise gözleriydi. Akının olduğu yerlerde siyah vardı. Boşlukmuş gibi görünen bir siyah, hiçbir ışığı yansıtmıyor. Ve irisleri... Bir çift yakut gibi kıpkırmızıydı.

Wooyoung'un dedikleri aklından geçti sanki bir yapboz parçasını yerine yerleştirmiş gibi. "...Yakut gibi gözleri vardı..."  

Gözlerinin kenarlarından siyah damarlar şakaklarının üstüne doğru bir ağ gibi yayılmıştı. Kağıt gibi bembeyaz teninin üstünde kalemle çizilmiş gibi duruyorlardı. Damarların izinin silikleştiği yerde kan kırmızısı saç dipleri başlıyordu. Sanki yüzünde olması gereken tüm kan saçları tarafından emilmişti. Ama bu kızıllık da bir yerden sonra soluklaşıp kendini asıl saç rengi olan gümüşe bırakıyordu.

Yanaklarında gri gri noktalar vardı. Bunlar çil miydi? Çil güneş yüzünden olmaz mıydı? Bu yüz hiç güneş görmemişe benziyordu. Belki de ay ışığında kalmaktan böyle olmuştu. Bu yüze vurabilecek sadece ay ışığını hayal edebiliyordu Jisung. Gözleri bu ay çillerinden kıpkırmızı dudaklara ve onların arasından kendini gösteren bir çift sivri dişe kaydı. Sıcakkanlı olması gereken gülümsemeyi tehditkâr yapmayı becermişti bu dişler. 

Venom || SKZWhere stories live. Discover now