Tamda tahmin ettiğim gibi, Lena bana cevap vermiyordu. Ryan gitti diye... sanırım onu acısıyla yalnız bıraksam iyi olurdu. Başımı kaldırıp Yiğit'e baktım. "Ryan nasıl?" Diye sorduğumda omuz silkti.

"Sürekli konuşuyor ama bu iyi bir şey sanırım" dediğinde burukça tebessüm ettim. O da acısını konuşarak atlatıyordu demek ki... "Fazla üzerine gitme" dediğimde başını salladı. Büyücü sarayının koridorlarından gelen kükremeyle irkildim.

İşte başlıyoruz...

"Sare" dediğimde köşede umutsuzca duran kadın bana baktı. "Taht odasına götürmen gerekiyor bizi" dedim elimdeki tacı yere bırakıp. Onunla savaşamazdım. Dağılan saçlarımı sıkıca toplayıp bacağımdaki kemerde asılı olan hançerleri elime aldım. "Ateş orada olmalı"

"Bende sizinle geliyorum" dedi Bulut, başımı iki yana salladım. "Senin Batu'ların yanına gitmen gerekiyor" dedim. İtiraz edeceğini anladığımda şirince gülümsedim. "Bu bir emirdir."

Onu Amara'nın yanına tekrar götüremezdim. Tehlikeye atamazdım. "Nova" Diye seslendiğimde küçük peri hemen yanımda belirdi. "Bulut'u Hera'nın yanına götürür müsün?" Nova başını sallayıp sol taraftaki koridora ilerlemeye başladığında Bulutta onu takip etti. Onlar gözden kaybolana kadar bekledim.

Kanatlarımı sıkıca kapatıp taht odasına ilerleyen Sare'yi takip etmeye başladım. Yiğit sanki her zaman yaptığımız bir şeymiş gibi elleri ceplerinde arkamdan ilerliyordu. Birkaç dakika sonra, koridorlar karanlık olduğu için, Yiğit'ten etrafı ateşini kullanarak aydınlatmasını istemiştim ama beni duymamıştı.

Kaşlarımı çatıp duraksadım.

Beni duymamıştı?

Bu çocuk arkamda değil miydi? Nefesimi tutarak ona seslendim. "Yiğit?" Dediğimde kimse cevap vermedi. Sare duraksayıp bana baktı. Arkamı yavaşça döndüm ve geride bıraktığımız karanlık koridorlara baktım. Yiğit yoktu!

Onu kaybetmiştik.

Ama bu nasıl olabilirdi ki? Tam arkamdan ilerliyordu. Adım seslerini bile duymuştum. "Pekala," dedim ve boğazımı temizleyip Sare'ye döndüm. "Arkadaşlarım ve eşim bu sarayın içinde, Ateş'i oyalamamız gerekiyor. Onlara ulaşmalarını engellemeliyiz"

Onlara bir şey olmamalıydı.

"Burası..." dedi Sare gözlerini etrafta gezdirerek. Kaşları çatılmıştı. "Burası benim bildiğim sarayımız değil" afallayarak yanına yaklaştım. Endişeli gözlerini yüzüme çıkardı. "Sanki farklı bir boyuta geçmiş gibiyiz Dolunay!"

"Savaş?" Şeytana seslenmeye çalıştım, ona ulaşmak için bütün yolları denedim ama cevap vermiyordu!

Pekala... sakinim.

Hayır, değilim. İki tarafımızdan bize yaklaşan yaratıkları görürken sakin kalamazdım. "Bir siz eksiktiniz!" sinirle inledim. "Sare!" Diye seslendiğimde ağlama sesleri duydum. "Şaka yapıyor olmalısın!" Sare, bir duvar köşesine çömerek dizlerini kendine çekmiş bir vaziyette ağlıyordu.

"Burada öleceğiz!" Dediğinde gözlerimi devirdim. Şu anda ölmek, isteyeceğim son şeydi. Bir kez ölmüştüm o yetmiyor muydu?

"Bana bak!" Dedim Sare'ye, üstümüze gelen yaratıklara yutkunarak bakarken. Psikologta olmuştum ya... "Şu anda korkmanı gerektirecek bir şey yok. Büyücü değil misin sen! Eskiden bana bulaşırken hiç korkuyor gibi değildin. Şimdi de biraz sinirlenmeye ne dersin? Ya da benim üzerimde gösterdiğin hünerleri yaratıkların üzerinde göstermeye?"

"Sadece annemi istiyorum" Dudaklarımı endişeyle dişleyerek etrafımda döndüm. Yaratıklar kurda benziyordu. Tabi tazı gibi dişlerini ve boynuzlarını saymazsak. Ağızlarından kan damlıyordu. Kaç büyücü askerini öldürmüşlerdi kim bilir...

Dolunayın AltındaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin