XVII - XVIII -XIX - XX - XXI - XXII

29 0 0
                                    



Saat ikide Rostovların yüklenmiş, koşulmuş, dört binek arabası kapıda bekliyordu. Yaralılarla dolu yük arabaları birbiri ardı sıra avludan çıkmışlardı.

Prens Andrey'i getiren kaleska, verandanın önünden geçerken, bir hizmetçinin yardımıyla Kontes'in arabadaki yerini hazırlayan Sonya'nın gözüne çarptı. Başını arabadan dışarı uzatarak, "Bu kimin kaleskası?" diye sordu Sonya. Oda hizmetçisi yanıt verdi:

"Nasıl, bilmiyor muydunuz, küçükhanım? Yaralı Prens'in arabası, geceyi bizde geçirdi, bizimle geliyor."

"Kimmiş? Soyadı ne?"

Oda hizmetçisi içini çekerek yanıt verdi:

"Eski nişanlı Prens Bolkonski! Çok ağırmış diyorlar."

Sonya arabadan sıçrayıp indi, Kontes'e koştu. Kontes yol kıyafetini giymişti, şalını örtmüş, şapkasını takmıştı; misafir salonunda yorgun yorgun dolaşıyor, bir süre kapıları kapatarak oturup yola çıkmadan önce dua etmek için ev halkının gelmesini bekliyordu. Nataşa orada değildi. Sonya, "Maman," dedi, "Prens Andrey burada, ölüm derecesinde yaralı. Bizimle geliyor," dedi.

Kontes gözlerini dehşetle açtı, Sonya'nın kolunu yakaladı, yüzüne baktı.

"Nataşa biliyor mu?" dedi.

İlk anda Sonya için de, Kontes için de bu haber tek şey demekti. Nataşalarını biliyorlardı; Prens'i severlerdi ama bu haberi alınca Nataşa'nın ne hale geleceğini düşününce duydukları dehşet, Prens'e karşı her türlü şefkat hissini onlara unutturmuştu. Sonya, "Nataşa henüz bilmiyor, ama Prens bizimle geliyor."

"Ölmek üzere mi dedin?"

Sonya, başını salladı.

Kontes, Sonya'yı kucakladı, ağlamaya başladı.

"Tanrı her şeyi bilir," diye düşündü, her şeye gücü yeten Tanrı'nın isteği, insanların gözüne görünmeyebilir, ama bunun bütün bu olup biten işlerde, kendini göstermeye başladığını hissediyordu.

Heyecanla koşarak odaya giren Nataşa, "Hadi anne, her şey hazır. Ne yapıyorsunuz?.." diye sordu. Kontes, "Hiç," dedi. "Mademki hazırız, gidelim." Heyecanını gizlemek için ridikülüne (cep yerini tutmak üzere kadınların omuzlarına astıkları bir çeşit küçük çanta) doğru eğildi. Sonya, Nataşa'yı kucaklayıp öptü. Nataşa hayretle ona baktı.

"Ne var? Ne oldu?"

"Hiç, hiçbir şey."

Bir şeyler sezen Nataşa, "Bana verilecek kötü bir haber mi?.. Ne oluyor?" diye sordu.

Sonya, içini çekti, yanıt vermedi. Kont, Petya, Madam Schoss, Mavra Kuzminişna, Vasiliç, misafir salonuna girdiler, kapıları kapatıp oturdular; konuşmadan, birbirlerinin yüzüne bakmadan birkaç saniye öylece durdular.

İlk önce Kont ayağa kalktı, derin derin içini çekerek tasvirin önünde haç çıkarmaya başladı. Ötekiler de aynı işi yaptılar. Sonra, Kont, Moskova'da kalacak olan Mavra Kuzminişna ile Vasiliç'i kucakladı; onlar Kont'un elini yakalayıp omzunu öperlerken, Kont anlaşılmaz, okşayıcı, teselli edici bir şeyler söyleyerek sırtlarını okşadı. Kontes, dua odasına gitti, Sonya onu, orada duvarlarda kalmış olan birkaç tasvirin önünde (aile yadigârı olarak en değerlilerini beraberlerinde götürüyorlardı) diz çökmüş buldu.

Gidecek olan uşaklar, Petya'nın dağıttığı hançerleri, kılıçları takıp takıştırmış; pantolon paçalarını çizmelerinin içine sokmuş; kemerlerini, kuşaklarını sımsıkı sıkmış; kalacak olan uşaklarla verandada, avluda vedalaşıyorlardı.

Savaş ve BarışWhere stories live. Discover now