XIX - XX - XXI - XXII - XXIII

20 0 0
                                    



Ertesi gün Prens Andrey daha gitmediği bazı evleri, bu arada son baloda yeniden tanıştığı Rostovları ziyarete çıktı. Nezaket kurallarına göre Prens Andrey'in Rostovlara gitmesi gerekiyordu. Sonra da onda hoş izlenimler bırakan bu fevkalade canlı kızı evde görmek istiyordu.

Nataşa onu ilk karşılayanlardan biri oldu. Mavi bir ev elbisesi giymişti, bu elbiseyle Prens Andrey'e balo elbisesiyle olduğundan daha güzel görünüyordu. Nataşa ve bütün Rostov ailesi Prens Andrey'i eski bir dost gibi sade bir şekilde ve içten bir sevinçle karşıladılar. Daha önce Prens Andrey'in şiddetle kınadığı bu aile şimdi ona mükemmel, sade, iyi yürekli insanlardan oluşmuş gibi geliyordu. Yaşlı Kont'un Petersburg'da özel bir hayranlık uyandıran konukseverliği, iyi yürekliliği o dereceydi ki Prens Andrey öğle yemeğine kalmayı reddedemedi. İçinden, "Evet, bunlar iyi yürekli, mükemmel insanlar," diye geçirdi, "şüphesiz, Nataşa'yla sahip oldukları hazineyi kıl kadar anlamıyorlar ama bu şairane, hayat dolu, latif kızın geldiği yeri temsil eden iyi yürekli insanlar onlar."

Prens Andrey Nataşa'nın karşısında büsbütün yabancısı olduğu, bilmediği sevinçlerle dolu ayrı bir dünyanın, daha Otradnoye hıyabanlarında ve pencerede, ay ışığında onu onca kızdıran o yabancı âlemin huzurunu hissediyordu. Şimdi bu dünya onu artık kızdırmıyordu, artık yabancı bir âlem değildi; ona kendisi sokuluyor, onda yeni bir zevk buluyordu.

Yemekten sonra Nataşa, Prens Andrey'in ricası üzerine klavsenin yanına gitti; şarkı söylemeye başladı. Prens Andrey, pencerenin yanında ayakta duruyor, kadınlarla konuşuyor, onu dinliyordu. Bir ara sustu, ansızın boğazına belki de ilk kez hıçkırıklar geldiğini hissetti. Şarkı söyleyen Nataşa'ya bakıyordu. Ruhunda yeni, mesut bir şeyler oluyordu. Mesuttu, aynı zamanda hüzünlüydü. Ağlayacağı hiçbir şey yoktu, ama ağlamaya hazırdı. Neye ağlayacaktı? Önceki aşkına mı, Küçük Prenses'e mi? Kırılan ümitlerine mi? Gelecek için beslediği ümitlere mi? Hem evet, hem hayır. Ağlamak istemesinin başlıca sebebi, içindeki son derece büyük ve belirsiz bir şeyle kendisinden, hatta Nataşa'dan daha dar ve cismani bir şey arasında birdenbire açıkça hissettiği korkunç tezattı. Bu tezat Nataşa şarkı söylerken onu hem üzüyor, hem sevindiriyordu.

Nataşa şarkıyı bitirince kendisine yaklaştı, sesini beğenip beğenmediğini sordu. Bunu sordu, sorduktan sonra da sormanın yersiz olduğunu anlayarak utandı. Prens Andrey ona bakarak gülümsedi, her şeyi gibi sesini de beğendiğini söyledi.

Prens Andrey, Rostovlardan akşam geç vakit ayrıldı. Alışkanlıkla yattı ama çok geçmeden uyuyamadığını gördü. Kâh mumu yakıp yatakta oturuyor, kâh kalkıyor, kâh uykusuzluktan hiçbir sıkıntı duymaksızın yeniden yatıyordu: Ruhunda öyle bir ferahlık ve yenilik vardı ki, boğucu bir odadan kır havasına çıkmış gibiydi. Rostova'ya âşık olacağını aklından bile geçirmemişti. Onu düşünmüyordu; yalnızca onu gözünün önüne getiriyor ve bu yüzden bütün hayatı yeni bir ışık altında görüyordu. Kendi kendine, "Ne diye dövünüyorum, hayat, bütün hayat her türlü neşesiyle bana açık olduğu halde ben ne diye bu dar, bu kapalı çerçeve içinde çırpınıp duruyorum?" diyordu. Uzun zaman geçtikten sonra ilk kez gelecek için mesut planlar çizmeye koyuldu... Bir mürebbi bulup oğlunu ona emanet ederek eğitimiyle ilgilenmeye karar verdi. Sonra istifa etmek, yabancı ülkelere gitmek, İngiltere'yi, İsviçre'yi, İtalya'yı görmek gerekiyordu. İçinden, "Kendimde bunca güç, gençlik hissederken özgürlükten yararlanmalıyım," diyordu. Mutlu olmak için, mutluluğa inanmak gerekiyor, derken Piyer haklıydı. "Ve ben şimdi buna inanıyorum, bırakalım ölüleri ölüler gömsün, hayatta kaldıkça yaşamak, mutlu olmak gerekir," diye düşünüyordu.


XX


Savaş ve BarışWhere stories live. Discover now