Kader değil

1.6K 115 58
                                    

Daha kötüsü olamazdı.

Bak işte ölmeden önce zinhar kurulmayacak cümleler listesinin başında yer almalı bu atasözü. Hemen bu atasözü değil diye çıkışmayın çünkü bu boklu cümle ancak bir atanın ağzından çıkarak bu denli hakiki olabilirdi ve ben part time çalıştığım kafeye girdiğimde, tezgaha doğru adımlayıp Buket Hanıma sevgili bir selam verdiğimde, arkaya bölmeye gidip önlüğü giyindiğimde falan ve çalışmak için tekrar ön tarafa geçtiğimde, sonra ne bileyim böyle ikinci üçüncü müşteri ile birlikte standart bir ritim yakaladığımda, hatta akan zamanın bile önemini kaybettiği bir kara delik içinde boğulduğumda, dünya yansa, küllerinden doğsa, o kafenin içinde bana hiçbir şey olmayacakmış gibi hissettiğimde, bir nevi duyarsızlaşmanın doruğunda... Nihayet kapının açılma sesi bilmem kaçıncı kez kulaklarımda çınladığında kafamı kaldırmamıştım. Buket Hanım, sevecen bir şekilde oturduğu kasanın arkasından kalktığında ve onun önünde dikilip onu kucakladığında falan, gözlerim yalnızca varlığına üstün körü teğet geçmiş ve ben tekrar önümdeki fincana dönmüştüm. Aklımın yarısının onda asılı kalmasına rağmen, Buket Hanımın omzunun üstünden, yüzümü delen bakışlarını kelimenin gerçek manasıyla hissetmem için sanırım bir on saniye falan geçmesi gerekti. Ve elimdeki krema şişesi ve bardaktaki sıcak kahve, Amelie filminin o ünlü sahnesindeki gibi anlık donduğunda, herkes, her şey hareketsizliğe teslim olduğunda, tekrar kafamı kaldırdım.  Ve komiktir ki aklıma ilk gelen o kitabın ön sözündeki tanıtım oldu;

"Mantık, inanç, tartışma, özgür irade, evrimsel psikoloji, grup dinamikleri, retorik, öykücülük, aşk, şehvet, intikam... Reytingler için gereken ne varsa hepsini içeren bu geniş coğrafyaya safsata kapısından girmeyi deneyen ilk kişi ben değilim elbette. Aristo denen bir genç hepimizden evvel davranmış. Lakin bizim içeri girince yapacaklarımız biraz farklı.

Kendimizi akıllı sanıyoruz ama bizi sürekli batıla, ezbere, sloganlara, kutuplaşmaya, kalabalığın aptallaştırıcı huzuruna çeken bir yanımız var. Amacım -memleket kurtarmak- veya içinizdeki o maymundan bir übermensch yaratmak değil. Bu kitabın asıl amacı, Delfi'deki Apollon Tapınağı'na 2500 sene önce kazınmış o meşhur öğüdü yerine getirmek:

Taşa Oturma!" *

Taşa oturmuştum.

Ve bunu açıklamak için icap eden hiçbir Aristo'yu tanımıyordum.

Zihnim tekrar muasır medeniyetler seviyesine dönmeye çalışırken, yüzüne hala alık alık bakıyor olmam sorun değildi. Sorun daha çok onun yavaşça patronumun bedeninden ayrılan bedeninin deniz seviyesindeki dinginlikte bana dönmesi ve yine hiçbir Shakespeare piyesini aratmayacak bir ustalıkla gülümseyerek, bana doğru adımlaması ve uzattığı eline bakarken ben, kulağıma değen sesindeki neredeyse fizikötesi samimiyetti.

"Can olmalısın, Buket teyzem bahsetmişti, çok memnun oldum" dedi Kral Lear.

Ben onun bu meçhul oyununa uymakla uymamak arasında gidip gelirken, Buket Hanım'ın yanı başımıza geldiğini bile fark edememiştim. Gözlerim şaşkınca ikisinin arasında mekik dokurken artık bir cümle kurmam gerekiyordu ama beynim yeterli sinyali almamış gibi hata verirken bu pek mümkün değildi.

"Can, bu Burak, çok yakın arkadaşımın yeğeni. Bugünden itibaren burada çalışacak. İyi anlaşacağınızı tahmin ediyorum" dedi dediği şeye cidden inanarak.

Neyse ki beynim artık aradaki bağlantıyı kurabilmişti ve komutu almıştı bir şekilde, hala Buket hanımın suratına bakarken Burak'a doğru uzattım elimi. Gereğinden fazla elimi sıkarak bana güç gösterisi yapmasını beklerken beni yine dumura uğratmış ve samimi gülümsemesini silmeden gayet normal bir şekilde sıkıp geri bırakmıştı elimi.

NefretWhere stories live. Discover now