3 || iz bırakan anılar

25 6 1
                                    

Eve dönerken hissettiğim yalnızlık tüm diğer duyguları ele geçirirken evde beni bekleyen bir anne olup olmadığından emin olmamak her adımımı yüksek bir gerginlikle atmama sebebiyet veriyordu, ettiğimiz kavga sıradan bir anne-kız kavgasının boyutlarından çok farklıydı. Annem, beni en iyi tanıyan kişi, sahip olduğum en değerli nesnenin farkındalığını kullanarak onu tek hamlede yok etmekten geri durmamıştı; geçirdiği cinnet ne kadar dizginlenemez bir ise, benim öfkem de bir o kadar şiddetliydi. İkimiz de birbirini harlayan alevlerden farksızdık.

Onun yayımı kül edişi geri dönülemez bir çıkmaza girmekten korkmadığını ve her şeyi çoktan göze aldığını, benim evi terk edişim ise tereddüt etmeden burayı terk edebileceğimi gösteriyordu. Olaydan sonra konuşmasak da davranışlarımız tüm söylemek istediklerimizi ortaya koymuştu. Kül olup giden meşe yayımı izlerken annem, yaptığı şeyin farkına varıp dizleri üzerine düşmüş ve pişman olmuştu, fakat son pişmanlık hiçbir zaman fayda getirmemişti.

Günün sonunda eve girdiğimde hava kararalı epey zaman geçmişti, sessiz adımlarla girdiğim evde annemin çoktan uyuduğunu düşünmüştüm. Kaldığım odaya giderken önünden geçtiğim şömine içimde bir şeylerin kıpırdanıp beni huzursuz etmesine yetmişti. Sabah olduğunda her zamankinden erken kalkmış ve evden çıkıp işlerimi halletmek için dışarı çıkmak üzere hazırlanmıştım. Rengi solmuş ve artık ayağıma tam olan botlarımı giyerken annemin elinde normalde kömürle dolu olması gereken boş tahta bir kasayla eve doğru geldiğini görmüştüm.

"Neden döktün? Onlar yeniydi." demiştim yanımdan geçip gideceği sırada, konuşmam onu durduran şey olmuştu.

"Neden olduğunu biliyorsun."

Dudağımın kenarının alayla kıvrılmasına engel olamamıştım, yok olmuş yayımın küllerinden kurtulmayı denese de o şöminenin önünden her geçtiğinde hatırlayacaktı. Somut kanıtları yok edebilirdi ancak zihinlerimizden silinemezdi. Botlarımı giyindiğimde oturduğum taş yerden kalkıp kasabaya inmek üzere toprak patikaya yönelmiştim. Kasaba, yaşadığımız yere uzak olmasa da belli bir yürüme mesafesi vardı, bizim yaşadığımız yer biraz daha çiftlik havasında geniş alanlı bir yerdi.

Her gün kasabaya iner ve para kazanmak için çalışırdım. Babamı kaybettikten sonraki bir yıl ne annem ne de ben çalışmıştık, babamın arkasında bıraktığı bizi idare ederken benim kaybın şokunu ve üzüntüsünü atlatmam oldukça uzun sürmüştü fakat daha sonra bu şekilde yaşayamayacağımızı anlamış ve kasabaya inip para kazanmaya başlamıştım. Annemin hep sahip olduğu bir işi vardı, kasabadaki yedi-on iki yaş aralığındaki çocuklara öğretmenlik yapıyordu, bir yıl ara vermesi yerini dolduracak bir öğretmen bulmakta kasabayı epey sıkıntıya soksa da bir yılın ardından annem devam etmişti.

Benim ise belirli bir işim var denemezdi, her sabah kasabaya iner önce fırına gelen sıcak ekmek kasalarını yüklenir ve raflara dizerdim, bir buçuk iki saatimi alan bu işin ardından okul başlardı. Bu okul öğleye kadar yedi-on iki yaş aralığındaki çocukları, öğleden sonra 12-17 yaş aralığındaki çocukları alırdı. Bu nedenle bir hayli büyük kütüphanesi vardı, çocuklar ilk derslerini alırken ben kütüphaneyi temizlemekle başlardım. Ardından evvelki gün çocukların karıştırdığı kitapları düzenlerdim, günün en sevdiğim saatleriydi kütüphanede geçirdiğim vakit. Tozlanmış kitapların üstündeki tozları tek bir bez darbesiyle sildiğimde havada uçuşan taneleri izlemek bile keyif verirdi. Ok ve yay kullanmak, atı rüzgarı yararcasına bir hızla kullanmak ne kadar vahşice ise bu kitapların arasına girmek bir o kadar narin hissettirirdi kendimi. Kütüphaneden sonra evimizin yanındaki ahıra gider, üç tane olan atlarımızla ve ahırla ilgilenirdim, zamanım kalırsa ormanda kendi kendime okçuluk oynardım. Günlerimi böyle geçirmemin sayesinde hakkımda konuşulan onca rezilliğe kulaklarımı tıkayabilmiş, babamın kaybının etkilerini azaltabilmiştim.

komorebi | taehyungWhere stories live. Discover now