0 || isimsiz bir başlangıç

132 8 9
                                    

Eğitilmek her zaman doğru yöne yönlendirmez insanı. Kimin eğittiği, nasıl ve niçin eğittiği, eğitimin kalite ve haklılığının şekillenmesinde ana kol görevini üstlenir. Nesneleri yeni yeni eline alan, kurcalayan bir bebeği kötü davranışlarla eğitirseniz, o bebeğin kötülüğü öğrenmekten başka şansı yok demektir. Etik kurallarının veya toplumun genel kabulünün ortaya sürdüğü kötülükten bahsetmiyorum, Tanrı'nın yanlış olarak yarattığı şeyler vardır, bahsini geçirdiklerim bunlardan bazıları.

Ben, Tanrı'nın yarattıklarının değil de toplumun belirlediği etik kurallarının bir kurbanıyım. On dokuz yıllık hayatımın başladığı günden beri halkımın sahip olduğu kültür ve bilgi birikimi bulunduğu konumdan milim ilerlememişken bunun bir çeşit şiddete dönüşebileceği kimsenin aklının kenarına uğramamıştır eminim. Yıllardan beri, kasabadaki diğer genç kızların her sabah yıkanmış ve her bir tutamı titizlikle örülmüş saçlarının aksine yıpranmış ve dağınık toplanmış saçlarım; onların belini sıkı sıkıya saran fırfırlı elbiselerinin aksine erkek pantolonlarının üzerine giydiğim ve babamın deri kemerleriyle sabitlediğim bol ve sade elbisem; onların adeta kraliyet mutfağından fırlamış aşçılık becerilerinin aksine kepçe tutmamış ellerim; önüme koyulan iki tığ ile danteller örmekle yetinmeyip ahırdaki atları besleyip ok ve yay kullanmaktaki becerilerim, birçok kişinin beni aşağılama hakkı olduğunu düşündürtmüştü. O zavallı, cahil topluluk bana aykırı ve adeta yoldan çıkmış bir genç kız gözüyle bakarken kimseden nefret etmeden nefretin yaratılmışlığını öğrenmiştim.

Onların kabul ettiği yargıları hayatımı yaşarken benliğime katmadığım için, hayatımı onların şekillendirdiği doğrular üzerinde yaşamadığım için korkunç bir dışlanmaya mahkum olduğum kabul ettirilmişti, kaderimi çizdiğim bu hayat yolculuğunda onlar bana kaderimin lanetlenmiş olduğuna inandırtmıştı. Benim varlığım adeta onların hükümdarlığını zedeleyecek olan bir tehditti gözlerinde, mantığıma saygısızlık eden tüm düşüncüleri elimin tersiyle itiyor olmam onları tedirgin ediyordu. Düşünen insandan korkuyorlardı, çünkü düşünen bir insan kontrol edilemezdi.

Kasaba içerisinde at koşturmamdan olan rahatsızlıklarını ilk günden beri fark ediyordum, fal taşı gibi açılan gözlerini üzerime dikmişlerken fark etmemem pek olası bir ihtimal değildi. Başka bir örnek vereyim, babam ava çıkarken sırtına taktığı yayla babasının peşine takılan çocuk beni görmek de onların hoşnutsuzlukla karşıladığı bir durumdu. Kasabadaki kız çocuklarıyla doldurulmuş bez bebek oyuncaklarla oynamak yerine, toprak yerlerde erkek çocuklarıyla koşturuyor oluşum gözlerine batardı.

Çocukluğumu hatırlayabildiğim ilk günden beri yanlış bir yoldaymışım gibi beni eğitmeye çalışmaları hala gözlerimin önünden silemediğim korkunç kabuslardı. Sadece yaşamaya çalıştığım mutluluğumun peşindeydim, kimseyi yaraladığım, kimseye ayak bağı olduğum yoktu. Yine de nefes aldığım son saniyeye kadar, hayatımı bu şekilde yaşadığım için benden nefret edeceklerdi. Cahillik, bilge ve farklı bir insan için en acımasız şiddetti. Ben tam olarak bu şiddetin kurbanı olarak çıkageldiğim hayatı yaşamaya çalışıyordum.

On dokuz yıllık hayatım boyunca hiçbir hareketimden memnun olmamaları beni rahatsız etmiyordu, istedikleri kadar konuşmalarına izin veriyordum. Ancak son zamanlarda kasaba kadınlarının annemi ben olmadığım saatler içerisinde "muhabbet" adı altında sıkıştırıp düzelmem gerektiği, artık genç bir kız olduğum hakkındaki söylemleri, evde annemle uzun ve yüksek desibelli tartışmalara girmemize neden oluyordu.

"Artık büyüdüğünü görmek istiyorlar! Seni bir kadın olarak görmek istiyorlar Yeowol! Erkek pantolonlarının üstüne giydiği tek düze elbisesiyle at üstünde koştururken değil!"

"Neden? Neden beni bu kadar kafaya takmışlar? Benden istedikleri şey ne? Artık dayanamıyorum, görmüyor musun!"

"Sadece," deyip derin ve uzun bir nefes çekerek ciğerlerini yakmıştı annem, ardından devam etmişti cümlesine. "Sadece yaşın gereği daha oturaklı olman gerekiyor, anladın mı?"

Kızgın gözlerim ateş kaynağı gibi kaynıyordu adeta, kaşlarım o kadar çatılmıştı ki her bir tanesi dökülecekmiş gibi hissettmiştim. "Hayır, anne. Anlamadım. Onların on dokuz senedir konuşan çenesini anlıyorum da şu an karşımda böyle konuşan seni anlayamıyorum."

"Düzgün bir hayat! Bahsettiğim tek şey düzgün bir hayatının olması." Az önce zar zor kıstığı sesi tekrar olanca gücüyle çıktığında içimde tutacağım tek bir şey kalmamıştı.

"Düzgün bir hayat öyle mi? Peki anneciğim senin düzgün bir hayat olarak bahsettiğin ne? Zira ben bundan henüz on dokuz yaşındaki beni kırk yaşında bir adamla evlendirip hayattan keyif ve zevk almadan ev işleri yapmakla geçirtmeyi anlıyorum."

Ne olduysa bu konuşmamdan sonra olmuştu, annemin sinirden kızaran gözleri ateşini püskürtecek bir hedef arayışına girmişti, gözleri bulunduğumuz küçük odayı tararken avını bulmuş bir hayvan gibi meşe ağacından yapılmış yayıma yönelmişti. Hiç zaman kaybetmeden tahta sandığın üzerindeki yayımı kapıp merdivenlerden yukarıya adımladığında korku dolu sesimle anneme sesleniyordum.

"Anne! Dur, sakın yapma!"

Annemin peşinden merdivenlerden çıkarken tutunduğum korkuluklar avucumun içinde parçalanıyordu sanki. Annem merdivenlerden çıkıp evimizin girişinde bulunan şömineye yöneldiğinde ona yetişmek üzereydim. Yardım çılığı atarcasına anneme yalvarıyordum durması için, fakat gözü dönmüşçesine durmak istemiyordu. Elindeki yayımı şömineye fırlatmak üzere olduğunu gördüğümde ani bir hareketle kolunu yakalamaya çalışmış ve uzun lacivert elbisesini yakalayıp sertçe çekmiştim. Fakat yakasını yırtacak derecede sert asılmama rağmen annem yayımı coşkuyla harlayan ateşin kollarına düşürmeyi başarmıştı, saniyeler içerisinde siyahlaşan görüntünün arasından son kez okuyabildiğim yayımın üstündeki Yeowol yazısı yavaş yavaş silinirken kalbimi yakıyor gibi hissediyordum.

Korku dolu bakışlarımı kül olup giden yayımdan çekemiyor, annemin bunu yapmış olmasına hala inanamıyordum. Kendisi de bakakalmıştı şömineyi alevlendiren yayıma.

"Hayır hayır hayır hayır hayır."

Annemin kısık sesiyle ağzından çıkan kelimeler beni gerçek yaşantıya çekmişti, dizleri üstünde yere çökmesiyle hala sıkı sıkıya tuttuğum elbisesi avucumun arasından kayıp gitmişti. Büyük bir sinirle arkamı dönüp kapının önünde duran büyük çizmeleri kaptığım gibi dış kapıya ilerlediğimde annem beni durdurmak için hiçbir hamlede bulunmamıştı. Eğer bulunsaydı bir daha bu kapıdan içeri adım atmayacağımı ikimiz de çok iyi biliyorduk.

Sonbaharın gelmesiyle ağaçlarını terk eden kuru yapraklar bunun pişmanlığını hissedercesine sert sert bastığım ayaklarım altında eziliyorlar ve unufak hale geliyorlardı. Her attığım adımda çıkan çıtırtı sesi, beni normal zamanda rahatlatsa da şu an yeterli gelmiyordu.

Gözlerime akın eden sıcak göz yaşlarının dökülmesi an meselesiyken ateşler içerisinde kül olan yayım zihnimin her köşesini ele geçirmişti. Yıllar önce kaybettiğim babamın, on yaşıma bastığım gün verdiği hediyesiydi o yay. Meşe ağacını kendi elleriyle esnetmiş, şekil vermiş ve kendi çakısıyla üzerine ismimi kazımıştı. Annemin tek hamleyle kül ettiği o yay, sahip olduğum tek değerlim iken, babamın kokusunun sindiği, onun timsali olan ve ondan bana kalan tek özel nesne iken annemin onu bir öfke nöbetinde yok etmesi aramızdaki bağları onarılamayacak bir şekilde kesmişti.



~

selamlar
yeni bir kurguya başlıyorum evet
taslaklarım dopdolu inanmazsınız
taşmak üzereydi ben de dayanamadan bunu yayımladım
çok zevk alarak yazdığım bir kurgu
bir sonraki bölümde görüşmek üzere

komorebi | taehyungWhere stories live. Discover now