'天空 [Gökyüzü]

82 11 0
                                    

Yüksek dağın tepesinden, o şehre bakarken dünyaya ait olduğunu bile unutmuş gibilerdi. Xinghua'dan daha küçük bir şehir olduğunu tahmin etmezlerdi. Aslında bu bir şehir bile değil, kasabaydı ve adı da Tianwu'ydu.

Üçte biri denizle çevrili ve gökyüzü denizle birleşmiş gibi görünüyordu. Bu kasaba ikisine de huzurlu ve aynı zamanda heyecanlı hissettirmişti. Bu uzun bir yolculuk olacaktı. Dağlar çok yüksekteydi; fakat kasaba uzak ve alçaktaydı. İkisi de ayrı, iki kahverengi atın üzerinde yavaşça ilerlerken, yan yanalardı.

Atların yorulduğunu fark ettiklerinde, mola vermeye karar vermişlerdi. Kasabaya ise az bir mesafe kalmıştı. Bunu manzaranın daha yakın görünmesinden anlayabiliyorlardı.

Zhan elinde ki matarayı tutarken, Yibo'ya karşı suratını asıp konuştu.

"Çok yoruldum."

Yibo gülerek cevaplamıştı.

"Yürümedin bile."

Zhan büzdüğü dudakları ile omzunu kaldırıp indirirken, Yibo ise bu haline gülümsüyordu.

Biraz daha dinlenmeyi planlamışlardı, ta ki çimene basılan ayak seslerini duyana kadar. Birbirlerine bakmışlar ve uzaktan gelen sesleri dinlemeye başlamışlardı.

"Xiao Jing'in buraya kadar bakmamızı istediğine inanamıyorum. Nasıl burada olsunlar ki? Ben bile ilk defa öğreniyorum böyle bir yer olduğunu."

"Şikayet etme. Xiao Zhan'ı bulalım yeter."

Yibo ve Zhan bu cümleleri duyduktan sonra yüzlerinde ciddi bir ifade oluşmuştu. Zhan korkuyla konuştu.

"Bunlar Xiao Hanedanı'nın öğrencileri."

Sesler daha da yaklaştığında, Yibo oyalanmadan Zhan'ın kolundan tutup yürümüş ve saklanabilecekleri en yakın çalılıkların arkasına saklanmışlardı. İkisi de beraber olmaları için çabalayacaklarını biliyorlardı.

Zhan aklına gelen şeyle, fısıldayarak konuştu.

"Ama atlar.."

Yibo cevap vermemiş ve çalılıkların arkasından öğrencileri izlemeye başlamıştı.

"Burada birileri varmış. Baksana. Atlar tek başına buraya gelecek değil ya."

Xiao Hanedanı'ndan gelen kişiler, etraflarına bakmaya başladıklarında Yibo, Zhan'ı kolları arasında sıkıca tutmuş ve olabildiğince görünmemeye çalışmışlardı. Zhan'ın yüzünde her ne kadar korkulu bir ifade olsa bile, aynı zamanda Yibo'yla olan bu yakınlığı yüzünden kalbi hızlıca atıyordu. Kalp atışlarının duyulmamasını diledi.

Öğrencilerden birisi konuştu.

"Kimse yok. Geri dönelim artık."

Diğer öğrenci de onayladıktan sonra atların üstüne binmiş ve ters yöne doğru gitmişlerdi. Yeterince uzaklaştıklarında Zhan, Yibo'nun kendisini sıkıca tuttuğu kollarına bakıp konuştu.

"Bırakmayı düşünüyor musun?"

Yibo şaşkın bir ifade ile onu sıkıca tuttuğunu fark ettiğinde, hemen bırakmıştı. Zhan ise buna gülümsedi ve beraber ayağa kalktılar. Yibo'nun Zhan'ı bu kadar sıkı tutmasının sebebi, Zhan'ı kaybetme korkusuydu ve bunu istemsizce yapmıştı.

Zhan artık atların olmadığını vurgulayarak konuştu.

"Harika. Artık yürümek zorundayız."

Yibo ise yüzündeki ciddi ifadeye son verip ona bir şakayla karşılık vermişti.

"Artık yoruldum deyip dudak büzmene gerek kalmayacak, çünkü gerçekten yorulacaksın."

Zhan bu cümlenin ardından bir imayla "çok komik" demişti.

"Yolumuz az kaldı zaten. Ben atlarıma üzülüyorum."

Yibo, Zhan'ın hayvanlara olan sevgisini biliyordu; bu yüzden bir şey demeden gülmüş ve Zhan'ın saçlarını okşamıştı.

Yaşadıkları bu aksiyondan sonra, sonunda kasabaya giriş yaptıklarında fark ettikleri ilk şey ise kesinlikle diğer şehirlerden farklı hissettirdiğiydi. Dar sokaklar ve çok az insanlar olmasına rağmen, canlı bir kasaba gibiydi. Sokakları geçtiklerinde ise büyük bir deniz onları karşılayacaktı. Onlar şimdilik bir hana girip kalmayı düşündüler. Diğer gün sadece onlara ait bir ev bulacaklardı. Lüks veya kötü görünmesi önemli değildi; önemli olan onları mutlu edecek ve uzun süre yaşayacakları bir yer bulmaktı.

Zhan, hana girdiklerinde diğer insanlara bakmıştı. Konuştukları sohbetlerle birlikte herkes güler yüzlü görünüyordu. Xinghua bile böyle değildi, işin aslı zamanla insanlar birbirlerinin arkasından konuşmaya ve herkesin arası bozulmaya başlıyordu. Tianwu'da ise herkes birbirini tanıyormuş gibiydi.

Zhan garsonun sesini duyduğunda bakışlarını o yöne çevirdi.

"Sizi burada ilk kez görüyorum."

Garson sorgularcasına değil, sadece memnun olurcasına bakıyordu. Yibo ise zaten mutlu görünen bakışlarıyla cevaplamıştı.

"Evet. İlk kez geliyoruz."

Garson gülümsemişti. Zhan ve Yibo, garsonun tüm müşterilerini tanıdığını ve bu yüzden kendilerinin dikkat çektiğini anlamışlardı. Yemeklerini yiyip odaya çıktıklarında, Yibo kollarını iki yana açıp çocuksu bir heyecanla konuştu.

"Gençleşmiş gibi hissediyorum."

Zhan onun hevesli görünen haline gülümsemişti.

"Zaten gençsin Prens Wang."

Yibo, Zhan'a dönüp küçük bir şaşkınlıkla konuştu.

"Yeni lakabım bu mu? Öyleyse sana ne demeliyim?"

Zhan yaklaşıp yanıtladı.

"Bu çocuksu haline bakılırsa artık bana Zhan-ge demelisin."

Yibo bunu sevmişti; yine de belli etmedi.

"Nerem çocuk benim?!"

Zhan bir şey demeyip kafasını iki yana sallarken gülmüştü.

Yibo özellikle şehrinde ki herkese soğuk davranırdı. Önceden tam bir insan düşmanı gibiydi; fakat Zhan'ın yanında hiç olmadığı kadar gülüyor, bazen çocuklaşıyor bazen ise ona olan bu güçlü hislerini belli ediyordu. Yibo hemen karşısında duran Zhan'a sarıldı. Bir nedeni olmasa bile ona sarılmak tüm gününü güzelleştiriyordu. Zhan ise buna artık şaşırırcasına tepki vermiyordu. Anında ona karşılık verip kollarıyla sarıyordu. Yibo ise onun huzur verici kokusunu içine çekti.

Tam şu an, bu günde, bu saatte ve bu dakikada onunla olduğu için mutluydu. Geri kalan saniyelerinde ise onunla kalmaya devam etmeyi diliyordu. Yaşadığı son anında bile.

Sky Blood Red || YizhanWhere stories live. Discover now