'王子 [Prens]

92 13 0
                                    

Yibo'nun hatırladığı tek yüz, her zaman bakmak istediği o yüzdü. Şimdi ise uyandığında kendi odasında, Wang Malikanesi'nde olduğunu fark etmişti. Hafifçe hareket ettiğinde karnındaki acıyı yeni hissetti ve dün akşam neler olduğunu hatırladı.

Kafasını yana çevirdiğinde ustasının içeri girdiğini görmüştü. En son araları kötü ayrılsa bile o hala Yibo'nun ustasıydı. Bu sefer daha sakin görünüyordu; fakat Yibo onun her iki yüzüne de şahitti.

Oturur vaziyete geçerken yara hafifçe sızlamıştı.

"Aferin. Cesur davrandın."

Yibo, ustasının söylediği cümleden sonra "Birisini öldürmek ne zamandan beri cesur bir davranış oldu?" diye içinden geçirmeden edememişti.

"Ru Yue'nin yardımcıları her şeyi itiraf etti."

Yibo buna sevinmişti. En azından ustasının artık eskisi kadar Xiao Hanedanı'na kin beslemeyeceğini düşündü ve bir şey demeyip onu dinlemeye devam etti.

"Bir gün kötü birisini öldürmeye cesaret edebildiğinde, sana 'Prens' lakabını vereceğimi söylemiştim."

Yibo'nun kaşları çatılmıştı. Prens olmak ne işine yarayacaktı? Xiao Zhan'ı endişesi olmadan sevebilir miydi? Hayır. Bu lakap onun için hiçbir işe yaramazdı. Ustası, Yibo'nun sevinmesini bekliyordu; fakat Yibo düz bir ifadeyle konuştu.

"Prens olmak istemiyorum."

Ustası, Yibo'ya karşı çıkacakken bir öğrencinin onu çağırmasıyla bir şey diyememiş ve odadan çıkmıştı. Yibo, zaten onun bir şey demesini istemiyordu. Şu an tek istediği Zhan'ı görmekti.

Karnındaki yarayı umursamadan ayağa kalktı.

Zhan en son Yibo'yla birlikteydi ve Yibo, hala onunla kalacağını, onunla uyanacağını düşünmüştü. Tekrardan kendi odasında, yalnız başına uyanacağını hiç düşünmemişti. Bu, istemsizce Yibo'yu kötü hissettirdi; çünkü Zhan'la beraber yaşayacaklarına söz vermişlerdi. Belki de Zhan, Yibo'nun kendisine güvenmeyeceğini düşünmüştü.

Aklından geçirdiği bu olasılıklardan sonra zor da olsa malikaneden çıkıp yürümeye başladı. Köprüyü geçtiği anda Zhan'la karşılaşmış ve onu bir an önce görebilmek için koşmuştu. Muhtemelen o da Yibo'yu görmeyi bekliyordu; bu yüzden Yibo'yu gördüğünde hemen yanına gelmiş ve omuzlarından tutmuştu.

"Dinlenmen gerekiyor."

Kolundan tutmuş ve Yibo'yla birlikte söğüt ağacının altına oturmuştu. Gözlerine bakmıyordu. Yibo sorması gereken soruyu hiç beklemeden ona yöneltti.

"Bana güveniyor musun?"

Zhan anında Yibo'ya dönmüş ve yanıtlamıştı.

"Tabii ki de."

Yibo karşılık verdi.

"O zaman neden beni yalnız bıraktın?"

Zhan hala Yibo'nun gözlerine bakamıyordu ve bakışları oldukça üzgündü. Yavaşça bakışlarını Yibo'ya çıkardıktan sonra pişman bir tonda konuştu.

"Eğer zehri ona vermeseydim hanedanların arası bozulmayacaktı, ayrıca yaralanmayacaktın da."

Yibo onun fazla düşünerek kendini yorduğunu fark etmişti. Zhan üzgün bakışlarıyla yerdeki çimleri incelerken onu böyle mutsuz görmek Yibo'nun canını yakıyordu. Onun dikkatini dağıtması gerektiğini düşündü; fakat ne yapacağını bilemiyordu. Ona daima güveniyordu ve yanında olacağına söz vermişti.

Elini Zhan'ın yumuşak saçlarına götürmüş ve okşamıştı.

"Herkesi suçlayabilirsin ama kendini suçlayamazsın. Seni böyle görmeye dayanamıyorum."

Biraz düşündükten sonra tekrar konuştu.

"Hem bende suçlu sayılırım. Verilen mektubu hiç sorgulamadım bile. İkimizde eşitiz, tamam mı?"

Yibo'nun bu cümlesinden sonra Zhan'ın yüzünü tekrardan hafif bir gülümseme almıştı. Olumlu anlamda kafasını salladı. Onun gülümsemesini görmek Yibo'yu mutlu ediyordu. Zhan, birden kollarını Yibo'nun boynuna sarıp, kafasını omzuna yasladığında, Yibo da aynı onun gibi, sıkıca sarılmıştı. İçtenlikle konuştu.

"Bir daha beni yalnız bırakma. Sana, seninle yaşayacağımı söylemiştim."

Zhan kendini geri çekti ve Yibo'nun yüzüne bakıp konuştu.

"Ama artık sen prenssin."

Gurur duyarcasına Yibo'ya bakıyordu; fakat Yibo yükselmek ve insanlar arasında ünlü olmak istemiyordu.

"Prens olmak istemiyorum. Sadece senin prensin olmak istiyorum."

Bu söylediği cümleden sonra gözlerinin içine bakmıştı. Zhan, Yibo'nun bakmaktan asla bıkmadığı güzel gülümsemesiyle konuştu.

"Evet, benim prensimsin."

Dünyevi meselelerle ilgilenmek ve mümkünse bir daha ellerini kana bulamak istemiyorlardı. Yibo ciddiyetle Zhan'a baktı.

"Son zamanlarda tek hayalim sessiz ve sakin bir yerde yaşamak."

Yaşadıklarına bakılırsa bu hayali ona hiç gerçekleşmeyecekmiş gibi görünüyordu; fakat Zhan, Yibo gibi değildi. Daima pozitif ve umutları vardı. Yibo'nun dediğine katılırcasına ayağa kalktı. Sanki bu işi geciktirmek istemezcesine hevesle konuştu.

"Tamam. Hadi gidelim."

Bu sefer o, Yibo'ya elini uzatmıştı. Yibo her şey bir anda olduğu için ilk başta sadece şaşkınca uzattığı eline baksa da, daha sonra kendini toparlayıp elinden tutmuştu. Ondan başka kimseyi düşünmek istemiyordu. Nereye gideceklerini bile bilmeden ve elini bırakmadan onu takip etti.

Artık yeni bir sayfa açma zamanıydı. Herkes birbirine benzemek zorunda değildi. İnsanlar sevdiklerini dünyaya da duyurabilir, kendilerine de saklayabilirlerdi. Onlar zaten birbirlerine olan duyguyu hissedebiliyordu. Başka hiçbir şeye ihtiyaçları yoktu.

Sky Blood Red || YizhanWhere stories live. Discover now