Episode 20. "Afraid."

8.4K 605 61
                                    

Herkese merhaba! Geri döndüm!

Buralara bir süre ara vermiştim. Bazı kişisel sorunlarım vardı ve çok şükür neredeyse hepsi yola girdi.

23 gündür yeni bölüm gelmiyor ve nasıl özlediğinizi tahmin edebiliyorum. Bölüm çok kısa olmuş olabilir. Zayn'in planını anlamanız için kısa bir özet geçtim.

Anlayışınız ve sabrınız için çok teşekkür ederim. Çok seviliyorsunuz. *-*

Bölüm 20. "Korku."

Şömineden yayılan sıcaklık ve kulağıma dolan odun çıtırtısı sesleri uykumun gelmesini sağlayan en büyük iki nedendi. Başımı yasladığım Zayn'in göğsüne biraz daha yerleşip kollarımı beline daha sıkı doladım. Elimden kayıp gidecekmiş gibi geliyordu ve bu his korkunçtu.

"Çok mu korktun bu gün?" dedi elini saçlarıma atıp okşarken. "Biraz," diye mırıldandım. Belimde olan elleri daha sıkılaştı. "Canını yaktı mı?" diye sordu gittikçe öfkesi artan bir sesle. Yutkundum. "Tokat attı."

Birden doğruldu ve üzerinde uzadığımız kanepede oturur pozisyon alıp kucağına beni çekti. Bir eli yüzüme gidip yavaşça okşarken gözleri, içindeki bütün duyguları ruhuma akıtmak ister gibi bakıyordu. "Sen benimsin, Prenses." dedi boğuk bir sesle. "Benim olana zarar verilirse yaralı bir hayvan gibi etrafa saldırırım ve bu kimse için iyi olmaz. Canının yanmasında emeği geçen herkesi bu yaptıklarına pişman ederim." Bu kesin tehtidi üzerine bedenim titredi. "Bu yüzden," diye devam etti. "Bu işten elimden geldiğince az yara almanı sağlayacağım. Sağlamak zorundayım." Bunu kendine inandırması gerekiyor gibi görünüyordu çünkü ikimizde biliyorduk ki bu işten en büyük yara ile ben ayrılacaktım. Dilimin ucuna gelse bile, bunu kelimelere dökmedim.

"Bir planın var mı?" dedim gözlerinin içine bakarken. Dudakları yukarı kıvrıldı ve bilmiş bir tavır takındı. "Malik asla karlı yola zincirsiz çıkmaz." Gülümsedim. Zorakiydi. Ama değerdi.

"Onları içten yaralamamız gerekiyor." dedi. Ben 'içten' kelimesinin ne kadar içten olabileceğini düşünürken bu görevi benden aldı ve açıkladı.

"Britney'in en büyük emeli başından beri bana yakın olmaktı. Ona istediğini vereceğim."

Kucağından kalkıp nasıl ayağa fırladım hatırlamıyorum. "Unut bunu." dedim hızla. "Beş yaşındaki bir çocuk bile daha mantıklı bir plan yapardı. Unut!" Benim gibi ayağa kalktı. "Arabell--" Konuşmasına izin vermedim. Çünkü Zayn benden daha zekiydi ve konuşmaya başladığı ilk an sözleri ile beni nakavt ederdi. "O kız sana gözünü dikmiş durumda. Ve eğer senin dediğini yaparsak, istediğini gümüş tabak içinde ona sunmuş olacağız. Hayır, Zayn. Olmaz." "Bir dinle." dedi. "Bunu yapmak zorundayım. Zorundayız. Burada söz konusu olan hayatımız." Derin bir nefes aldım. "Sen onunlayken kırılan kalbim ne olacak peki?" Yanıma geldi ve yüzümü elleri arasına aldı. Şömineden gelen ateş, ela gözlerine yansıyordu. Alnını alnıma yasladı. "Kırılan kalbini onarabilirim. Ama Prenses, bu işin sonunda seni kaybedersem yokluğunu onaramam."

Sustum. Devam etti.

"Bu işten memnun olacağım söylenemez. Ama başımıza bir bela musallat olduysa bunu savmak zorundayız. Kolay olmayacak ama ben seni bir daha bu günkü gibi görmek istemiyorum." Ellerimi kollarına koydum. "Seni kaybetmek istemiyorum. Seni kaptırmak istemiyorum, Zayn." Dudaklarıma ufak bir buse kondurdu. Öyle ki, hissedemeyeceğim kadar hafifti. "Seninim. Beni kaybetmen söz konusu bile olmayacak."

Gözlerimi kapatıp bir kaç saniye bekledim ve sonra kollarımı boynuna doladım. Elleri hemen belimi buldu ve beni kendine bastırdı. "Kafam çok bulanık." diye fısıldadım kulağına. "Kafanı dağıtmanı sağlayabilirim." dedi ve beni kucağına aldı. "Ve asla zoruma gitmez."

Beni kucağında yatak odasına taşırken, kollarında olduğum bu adama bir kez baktım.

Varlığı hayatımdan çekilirse, ne yapardım?

Never Been Hurt || A New LifeWhere stories live. Discover now