IX - X - XI - XII

Start from the beginning
                                    

"Of, aman Tanrım, hep aynı şey. Nereye girsem? Seni ne yapayım ben ha?"

Hızla ayaklarını takırdatarak merdivenden yukarı, karısıyle birlikte üst katta oturan Vogel'e koştu. Vogel'in yanında iki mürebbiye oturuyordu, masada kuru üzüm, fındık ve badem dolu tabaklar vardı. Mürebbiyeler, hayatın Moskova'da mı, Odesa'da mı daha ucuz olduğunu konuşuyorlardı. Nataşa oturdu, konuşmalarını ciddi, düşünceli bir yüzle dinledi ve kalktı.

"Madagaskar Adası," dedi. "Ma-da-gas-kar," diye, her heceyi teker teker söyleyerek ve ne söylediği yolunda Madam Schoss'un sorularına yanıt vermeden odadan çıktı. Kardeşi Petya'da yukarıdaydı: Gece havaya salmayı tasarladığı havai fişekleri yaşlı mürebbiyesiyle birlikte hazırlıyordu.

"Petya! Petya!" diye seslendi ona, "İndir beni aşağıya."

Petya koştu, sırtını ona çevirdi. Nataşa üzerine sıçradı, kollarını boynuna sardı, Petya zıplayarak koştu.

"Hayır, yeter... Madagaskar Adası," diye mırıldandı Nataşa, Petya'nın sırtından atladı, aşağıya indi.

Nataşa, sanki ülkesini dolaşıp kudretini hissetmiş, önünde her şeyin baş eğdiğini, ama canının yine de sıkıldığını görmüş gibi, büyük salona gitti, kitarayı aldı, küçük bir dolabın arkasında, karanlık bir köşede oturdu, Petersburg'da Prens Andrey'le birlikte dinlediği bir operadan hatırladığı bir parçayı bas perdeden çalmaya başladı. Dışarıdan bir dinleyici için kitaradan yalnızca gürültü çıkıyordu ama onun için bu gürültünün içinde bir sürü hatıra canlanıyordu. Küçük dolabın arkasında oturmuş, gözlerini büfe kapısından düşen ışığa dikmiş, kendi kendine dinliyor, geçmişi hatırlıyordu. Kendini tamamıyla hatıralara kaptırmıştı.

Sonya elinde bir kadehle salondan geçti: Nataşa büfe kapısının aralığından ona baktı, büfe kapısından aralığa ışık düşmesi, Sonya'nın elinde bir kadehle geçmesi ona hayalindeki bir hatıra gibi geldi. Nataşa içinden, "Evet, o da tıpkı böyleydi," dedi ve parmaklarıyla kalın tele dokunarak seslendi:

"Sonya, bu ne?"

Sonya irkilerek, "A, sen oradasın ha!" dedi, yaklaştı, kulak kabarttı, ürkekçe ve yanılmaktan çekinerek ekledi: "Bilmiyorum, fırtına mı acaba?"

Nataşa, "İşte o zaman da tıpkı yine böyle irkilmişti, tıpkı yine böyle yaklaşmış, ürkekçe gülmüştü," diye düşündü, "tıpkı yine böyle... bir eksiği var diye düşünmüştüm."

"Hayır, bu Vodonos'un korosu, duyuyor musun?"

Nataşa, Sonya'nın anlaması için koronun motifini tamamladı.

"Neredeydin?" diye sordu Nataşa.

"Kadehin suyunu değiştirmeye gittim, şimdi örneği bitireceğim."

Nataşa, "Sen her zaman meşgulsün, işte bak ben yapamıyorum," dedi, "Nikolay nerede?"

"Uyuyor, galiba."

"Sonya git onu uyandır. Şarkı söylemeye çağırıyorum, söyle."

Nataşa oturduğu yerde kaldı, bütün bu olup bitenlerin ne ifade ettiğini düşündü. Bu meseleyi çözemeyince hiç gönül kırıklığı yaşamadan, hayalinde yine onunla birlikte olduğu, onun sevgi dolu gözlerle kendisine baktığı zamanlara gitti.

"Ah, çabuk gelseydi. Bu olmayacak diye o kadar korkuyorum ki! Asıl sorun, ben yaşlanıyorum, işe bak! Şimdiki halim o zaman olmayacak. Ama belki bugün gelir, şimdi gelir. Belki gelmiştir de salonda oturuyor. Belki daha dün gelmişti de ben unuttum."

Kalktı, kitarayı yerleştirip misafir salonuna geçti. Bütün ev halkı, öğretmenler, mürebbiyeler, misafirler çay masası etrafında oturmuşlardı. Hizmetçiler masanın etrafında ayakta duruyorlardı ama Prens Andrey yoktu, hayat hep eski hayattı.

Savaş ve BarışWhere stories live. Discover now