XVII - XVIII - XIX

Start from the beginning
                                    

"Bu beni ilgilendirmez," diye düşündü. Daha birkaç yüz adım gitmemişti ki solunda, yağız atlara binmiş, parlak beyaz üniformalarla kendisine doğru yürüyen dipdiri bir süvari kitlesi göründü. Rostov bu süvarilerin yolundan çekilmek için atını doludizgin sürdü, onlar da aynı yürüyüşle ilerleseydiler, uzaklaşabilecekti. Ama onlar hızlarını boyuna artırıyorlardı, o kadar ki, bazı atlar dörtnala kalkmıştı. Nal seslerini, silah şakırtılarını Rostov gittikçe daha çok duyuyordu; atlarını, hatta yüzlerini daha iyi görüyordu. Bunlar, karşıdan harekete geçen Fransız süvarilerine saldırıya hazırlanan atlı muhafızlarımızdı.

Atlı muhafızlar dörtnala gidiyorlardı, ama dizginleri henüz bırakmamışlardı. Rostov artık onların yüzlerini görüyor ve safkan atını, karnı yere değercesine sürüp saldıran subayın "marş, marş" komutasını duyuyordu. Rostov ezilmekten ya da Fransızlara karşı yapılan bu saldırıya sürüklenmekten çekinerek cephe boyunca, atının var gücüyle, dörtnala gitmeye başladı, ama yine de onları geçmeyi başaramadı.

En uçtaki uzun, çiçek bozuğu atlı muhafız, çarpmak üzere olduğu Rostov'u önünde görünce öfkeyle kaşlarını çattı. Rostov kamçısıyla atın gözüne vurmayı akıl etmeseydi, (bu kocaman atlarla insanların yanında Rostov kendine küçücük görünüyordu) muhafız onu Bedevi'sinin üstünden alaşağı edecekti. Ağır, beş verşok'luk (bir Rus ölçüsü ) yağız at kulaklarını dikerek şahlandı; ama çiçek bozuğu süvari kocaman mahmuzlarını var gücüyle atın böğrüne gömdü, hayvan kuyruğunu dikip boynunu uzatarak daha hızlı gitmeye başladı. Atlı muhafızlar kendisini geçer geçmez Rostov onların "Hurra!" seslerini duydu, dönüp bakınca da ilk saflarının yabancılarla ve herhalde Fransız olan kırmızı apoletli süvarilerle karıştığını gördü. Sonrasını görmek mümkün olmadı, çünkü o sırada bir yerden top atılmaya başlandı, duman her yeri kapladı.

Rostov onların peşinden gidip gitmemek konusunda bir an için kararsız kaldı. Bu parlak saldırı, Fransızları bile hayran bırakmıştı. Rostov, yanından dörtnala geçen bütün bu görkemli, güzel kalabalıktan, bütün bu parlak, değerli atlara binmiş zengin delikanlılardan, subaylardan, junkerlerden on sekiz kişi kaldığını sonraları duyunca dehşete düşmüştü.

"Onlara ne diye imreneyim, benim de sıram gelir, hem ben şimdi, belki de hükümdarı göreceğim," diye düşündü, yoluna dörtnala devam etti.

Piyade muhafızların yanına gelince, yakınlarından ve üzerlerinden geçen güllelerin ıslığını işitmekten çok, askerlerin yüzünde bir huzursuzluk, subayların yüzünde doğal olmayan, hırslı birer savaşçı heybeti fark etti.

Piyade muhafız alayları hatlarından birinin arkasından geçerken kendisini adıyla çağıran bir ses duydu:

"Rostov!"

"Ne var?" diye ses verdi, Boris'i tanımayarak.

Boris ateş hattına ilk kez giren delikanlıların mutluluğuyla gülümseyerek, "İlk hatta biz düştük, nasıl!" diye sordu.

Rostov durdu.

"Ya, öyle demek!" dedi. "E, ne oldu?"

Boris heyecanla, "Püskürttük!" dedi, "Düşünebiliyor musun?"

Boris, mevzi alan muhafızların, karşılarında kıtaları görünce bunları Avusturyalılar sandıklarını, bu kıtaların attıkları güllelerden ilk hatta girildiğini neden sonra anladıklarını ve hiç beklenmedik bir anda savaşa tutuşmak zorunda kaldıklarını anlatmaya koyuldu. Rostov, Boris'i sonuna kadar dinlemeden atını ileri sürdü.

"Nereye böyle?" diye sordu Boris.

"Görevli olarak, efendimize."

Rostov'un hükümdarı değil, Prens'i aradığını sanan Boris, "İşte şurada!" dedi.

Savaş ve BarışWhere stories live. Discover now