''bu hafta ilk dersimi vereceğim.'' Dediğinde ona daha sıkı sarıldım. Onun adına ne kadar sevindiğimi bu sıkıca sarılmam bile anlatamazdı. Bilgilerini hep birine aktarmayı seven biriydi. Şuan mezun olduğu üniversiteden, dünyanın en iyi üniversiteleri arasında sayılan bu üniversite başlayacaktı dersine. Artık öğretim görevlisiydi. ''Tabi bir şart sundum.'' Hızla ondan geri çekildim.

''Sakın dünyanın en pahalı gitarını alın demedin? Kariyerini başlamadan bitirmiş olamazsın!'' heyecanla konuşurken abim daha çok gülüyordu.

''Eva, kitap tozu kafa mı yaptı? Öyle bir şey istemedim. Yüksek lisans eğitimimi de tamamlayacağım.'' Dediğinde derin bir nefes verdim.

''Akıllıca.'' Diyip kalktığım yere geri oturdum. Elime bir kitap daha aldım. Kısa bir sessizlik oldu. Sadece klavyede harflerin üzerinde gezen parmaklarımın çıkardığı sesler vardı.

''Gelmeden önce Mr. Brown'un yanına uğradım...'' sessizliği bozan abim oldu. ''... Bu yaştan sonra bazı şeyleri kaybetmeye başladığını düşünmek istemiyorum.''

''Yanlış anlaşılma eğer bu yaptığım yanlış anlaşılma olmasaydı ceza almayı göze almaz yalana devam ederdim.'' Dedim.

''Değerler önemlidir. Senin belli bir yaşa kadar uslanmaz bir çocuk olduğunu sayarsak değerlerinin sarsılabileceğini de...''

''Hayır. Evet, çocukken yaramazdım... Pekala çok yaramazdım. Bu değerlerim hep vardı.'' Derken bakışlarımı bilgisayar ekranından ona çevirdim.

''Artık yirmi iki yaşındasın özgürsün.''

''Sende yirmi altı yaşında bir yaşlısın.'' Dediğimde ikimizde güldük. Zaman hızlı geçiyordu. Dört yıl sonra onun yaşında olduğumda dönüp arkama bakacak ve hala genç olduğumu söyleyecektim kendime. Kimi kandırıyor olacaktım? Kendimi. Bu dünyada bir gün dahi yaşamış olmak yaşlı sayılmanıza yeterdi. Dünya artık bedenimizi değil varlığımızı doğduğumuz anda yaşlı kılıyordu. Abimin bana uzattığı kitabı alıp bilgisayara geçirmeye devam ettim. Dünyanın beni daha hızlı ele geçirmesine izin vererek.

Alarmı çalan telefonumu elimle bulup ekrana ezberlediğim şekilde dokunup susturdum. Hangi ara yarım saat geçmişti ve ben uyanmak zorundaydım. Gözlerimi açma savaşı veriyordum.

''Abi neden gittin ki!'' diye homurdandım. Sohbet ederdik, uykum gelmezdi. Bu düşünce ile gözlerimi açmadan kafamı masadan kaldırdım. El yordamıyla başörtümü düzelttim. Hızla kafam masaya geri düştü. Çıkan küt sesiyle canımın acıması lazımdı. Uykusuzluktan hiçbir şey hissetmiyordum. Gözlerim acıyordu. Açsam daha çok acıyacaktı. Birkaç dakika daha öylece durdum. Aslında uyanmak gibi bir niyetim yoktu. Uyumazsam uykusuzluğa dayanan ben birkez uyur ve o tadı alırsam asla vazgeçmiyordum. Tekrar çarpma sesi duydum. Bu ses benden kesinlikle değildi. Bir şeyin yere düşme sesiydi. Gözlerimi hızla açtım. ''Gözlerim!'' diye mırıldandım. Acıyorlardı. Görüşüm netleşene kadar bekledim. Görüşüm netleştiğinde omzumda gördüğüm ilk şey hırkaydı. Hırka... Erkek hırkası. Abimin olamayacağı belli, benimde olmayacağı kesin hırka. Hızla ayağa fırlayıp hırkayı üzerimden atarak arkamı sesin geldiği yöne döndüm.

''Günaydın.'' Bu soğuk ifadesiz sesle tüm yüz hatlarım gerildi.

''Senin...'' cızırdayan sesimle durup öksürdüm. ''Senin burada ne işin var?''

''Evet, bana da günaydın... İyiyim ama biraz yorgun gibiyim, dün nöbet bendeydi sonra Mr. Brown'un sana verdiği cezayı öğrendim. Ortak olduğumuzu düşündüm.''

''Ortak değil. Tüm suç senin!'' dişlerimin arasından tısladığımda Adam durup kütüphaneye dizdiği kitapları bıraktı ve bana döndü.

Eva; Gelecek UmutturWhere stories live. Discover now