XVII - XVIII

Depuis le début
                                    

Yine ağlamaya, eskisinden daha acı gözyaşları dökmeye başladı. Nataşa onu kaldırdı, kucakladı, gözyaşları arasında gülümseyerek avutmaya çalıştı:

"Sonya, inanma ona, ruhum, inanma. Hatırlıyor musun, biz Nikolay'la üçümüz akşam yemeğinden sonra odada nasıl konuşmuştuk, hatırlıyor musun? Nasıl olacağını kararlaştırmıştık ya canım. Nasıldı, aklıma gelmiyor şimdi. Ama her şey ne kadar iyi ve kolay olacaktı, hatırlarsın, bak Şinşin Dayı'nın kardeşi karısıyla kardeş çocuklarıdırlar, halbuki biz kardeş çocuklarının çocuklarıyız. Boris de, bu pekâlâ uygun, diyor. Biliyorsun, ona her şeyi söyledim. Öyle akıllı, öyle iyi kalplidir ki o," dedi Nataşa, "ağlama Sonya, ruhum, kuzum, canım, Sonya." Sonra gülerek onu öptü: "Vera kötü biri, bırak onu. Her şey iyi olacak, anneye söylemez; Nikolay kendisi açar ona. Jüli'yi o aklından bile geçirmedi."

Onu alnından öptü. Sonra doğruldu, kedi yavrusu dirilmişti. Gözleri ışıldadı, neredeyse kuyruğunu sallayacak, yumuşak pençeleri üzerine sıçrayacak, yine yumakla oynayacak gibiydi.

Elbisesini, saçlarını çabuk çabuk düzelterek, "Öyle mi sence? Doğru mu? Gerçekten mi?" dedi.

Nataşa, "Gerçekten," diyerek dostunun saç örgüsü altından fırlamış dik bir saç demetini düzeltti.

İkisi de güldü.

"Hadi şimdi 'Pınar'ı söyleyelim."

"Hadi."

Nataşa ansızın durarak, "Biliyor musun, hani karşımda oturan şu şişman Piyer yok mu, öyle komik şey ki! Çok eğleniyorum," dedi.

Sonra da koridorda koşarak uzaklaştı.

Sonya, entarisinden tüyleri silkti, şiiri göğüs kemikleri çıkık boynuna doğru sokarak koynunda gizledi, hafif, neşeli adımlarla, yüzü kızarmış bir halde koridorda Nataşa'nın arkasından oturma odasına koştu. Davetlilerin ricası üzerine gençler, herkesin çok hoşuna giden "Pınar" kuvartetini söylediler; sonra Nikolay'dan yeni öğrendiği bir şarkıyı dinlediler:

Güzel bir gece, ay ışığında,

Ne bahtiyarlıktır;

Seni de hâlâ dünyada,

Düşünür biri var diye hayal etmek.

Güzel ellerini o da

Altın arpte gezdirip,

Kendine çağırıyor,

Çağırıyor, coşkun ahengiyle seni.

Cennet olacak, bekle, bir iki gün daha;

Ama dostunun ömrü yetmeyecek, ne yazık.

Şarkı daha bitmeden salonda gençler dansa hazırlanmışlar, orkestrada çalgıcılar ayaklarını tıkırdatmaya, öksürmeye başlamışlardı.

Piyer konuk salonunda oturuyordu, yurtdışından yeni geldiği için Şinşin sıkıcı bir siyasi konuşmaya girişmişti. Müzik başlayınca Nataşa salona girdi. Piyer'e yaklaştı, gülerek ve kızararak, "Annem sizi dansa rica etmemi söyledi," dedi.

"Figürleri şaşırırım diye korkuyorum," dedi Piyer, "ama eğer benim öğretmenim olmak isterseniz..."

Piyer iri kolunu kızın narin bedenine uzattı.

Çiftler buluşuncaya, çalgıcılar aletleri akort edinceye kadar Piyer küçük damıyla oturdu. Nataşa çok mutluydu; o bir "büyükle, yurtdışından gelmiş biriyle" dans ediyordu. Kendini herkese gösteriyor, onunla tıpkı bir büyük gibi konuşuyordu. Elinde bir genç kadının tutmak için ona verdiği bir yelpaze vardı. Tam bir yüksek sosyete pozu almış (bunu nereden, ne zaman öğrenmişti, Allah bilir) yelpazeyi sallıyor, gülümseyerek yelpazenin arasından kavalyesiyle konuşuyordu.

Savaş ve BarışOù les histoires vivent. Découvrez maintenant