XXVI - Boşluk

3K 357 29
                                    

Yakın Gelecek

Salon beni titretecek kadar soğuk değildi sadece hissettiğim bu enerji aklımı başımdan alıyor, son nefesimi alıyormuşum gibi hissettiriyordu. Her şey bir anda patlayacakmış, içinde bulunduğum evren genişlemek yerine küçülecek ve bizi barındıramayacakmış gibi... Nasıl bir şeydi gördüğüm ve gördüğümü sandığım şeyler kimin bana gösterdikleriydi? İçimdeki boşluk tahammül edemeyeceğim rahatsızlığını bana katlayarak yaşatırken duyamıyor, hissedemiyordum. Bu sadece bir saniyeydi. Fakat hayatımın bana en uzun gelen bir saniyesiydi. Çaresizliğimi benliğim kadar yakınımda hissederken vücudum o bir saniyeyi bir daha yaşamak istemeyeceğimi çığlıklar eşliğinde haykırıyordu.

Gözlerimi kapasam orada bir karanlık bulamayacaktım, ellerimi birbirine kenetlesem titremelerini durduramayacaktım, kulaklarımı tıkasam beynimde çınlanan bu kelimelerden kurtulamayacaktım.

Bu bir kaostu.

Acı içinde kıvranırken bir milim bile kıpırdayamıyordum. Bir bakışıyla bile bu kadar sarsılabiliyorsam yapabileceklerini düşünmek istemiyordum. Hatta düşünebileceğimi sanmıyordum. Bu evrenin bir yaratıcısı varsa eğer ve inanmamız gerekiyorsa ona, karşımızda duran çocuğun da o evrenin yıkımı olacağına inanmalıydık.

Açık gri gözlerine sadece bir saniye bakabilmiştim. İşte bunlar da o bir saniyede yaşadıklarımdı.

Bu çocuk bir nobile değildi. Bir nulla da olamazdı. O kaybolan ırktandı. O bir mixtaydı. Buna adım kadar hatta ondan bile daha fazla emindim.

"Boş."

Bu gezegen yani Nil, Sacra'nın tamamen zıttıydı. Sacra'da teknolojinin egemenliğinde bir ırk görürdüm burada ise doğanın egemenliğinde bir ırk görüyordum. Sacra'nın aksine aşırı derecede sessizdi. Sanki onlar bir şeyi saklamaya çalışıyorlardı. Yaşadıkları acıları ve ruhsal güçsüzlüklerini bu kayaların arkasına saklıyorlardı. Nobilelerin onlara yaptıklarını Nil'de somut bir şekilde hissedebiliyordum. Huzurlu bir gezegene benziyordu ama bunun aksine havada endişe ve ağırlık vardı. Tıpkı buradaki nullaların derinlerine işlemiş olan bütün o katlanılmaz acılar gibi.

Tabii bunların hiçbiri beni ilgilendirmiyordu. Kendimi nobile ya da nullara yakın hissetmiyordum. Ben yok edilen bir ırkın yok edilemeyen tek üyesiydim ve diğer iki ırkın aralarındaki tarih umurumda değildi. Hatta yok edilebilmeyi tercih ederdim. Fakat gücüm yeri geldiğinde bana bile itaatsizlik ediyor ve beni kendimden koruyordu. Bunun için bir çözüm bulamıyor, varlığımı kendi ellerimle sonlandıramıyordum. Bu güç bana benliğimden, ruhumdan bile yakındı. Ondan kurtulamıyordum.

An

"Geç kalacaksın." Uyandığımda oda -hücre- hala karanlıktı. Bu da tekrar uyuma isteğimi son hızda destekliyordu. Fakat beni uyandıran otoriter sesin ben uyananakadar durmayacağından emindim. Yavaş yavaş yeni yatağımda kımıldanırken Ira'yla kalmak konusunda hiç yabancılık çekmediğimi fark ettim. Cura'yla aynı odada kalmak için epeyce zamana ihtiyacım olmuş, Mane'deyken bu rahatsızlığı fazlasıyla hissetmiştim.

Biriyle aynı odayı paylaşmak onunla ne kadar yakın olduğunuza ya da arkadaşlık seviyenize değil, onun yanında ne kadar rahat ettiğinize ve ona ne kadar güvenebildiğinize bağlıydı. Yaş ve cinsiyet de bir etken değildi. Zaten nobilelerin aksine bizim için cinsiyet kavramı da o kadar önemli değildi. Bunu bir ayrım, nitelik ya da sıfat olarak bile kullanmazdık. Çünkü nullalarda güç cinsiyete değil sahip olduğun güce bağlıdır. Zeka, kabiliyet ve bunun gibi birçok şey ise bireyin kendi yeteneklerine... Bu yüzden cinsiyet bizim için sadece üremede geçerli oluyordu. Ki o da zaten özgür olduğumuz bir konu değildi. Sacra'ya göre hiçbir nullanın birden fazla çocuğu olamazdı ve yine bağlılık anlaşmaları Sacra'dan gelen Ulcus'un onayıyla kabul edilebilirdi. Hatta annemin anlattığına göre onlar Ulcus'dan onay alabilmek için üç sene kadar beklemişlerdi. Ne büyük saçmalık ama.

MixtaWhere stories live. Discover now