how is the end? | 36

2K 306 252
                                    

kinda sad but dolu dolu ask

Kararan göz atlarım ve solgun yüzümü İsabella noona sayesinde kapatmıştım.
"Sende aynı yöntemi mi uyguluyorsun noona?" Kısık çıkan sesim ile konuştum.

Cevap vermeyip sessizce işine devam ettiğinde yüzümü sertçe çektim. "Yeter bu kadar." Sinirlerim gittikçe geriliyordu. "Onu hiç görmeye gitmiyorsun."

"Bunu nereden çıkardın?" Yavaşça yerimden kalkıp üstümü düzeltirken sorusuna cevap verdim. "İki gündür onunlayım çünkü. Benden başka kimse gelmiyor yanına."

Cevap vermedi, her zamanki gibi.. sadece sustu. Özellikle bu beni delirtiyordu. "Artık gitmelisin, cezası halka duyurulacak." Artık ne olduğunu merak etmiyordum. Ne olacağını biliyordum çünkü. Bir tutam umudum öylece sönmüştü.

Kenardaki armayı elime alarak yakama takmaya çalıştım. "Sormadın fakat o çok iyi, olması gerektiği gibi değil." Hızla açık kapıdan dışarı çıktım.

İşler tahmin ettiğim gibi gitmemişti, yaşam enerjisi ile dolup taşan biri olduğunu sanıyordum kaç yıldır hayranlık duyduğum çocuğun. Eğer ölüm cezası gelirse ne yap ne et beni buradan çıkar ve beraber kaçalım gibi bir cümle beklerdim ondan.

Fakat sanki, sanki ölecek olan benmişim gibi bana öğütler ve tavsiyeler veriyordu İki gündür! Ölümü gülerek bekliyordu ve bu beni delirtiyordu. Delirtmektende öte yapıyordu.

Bir sürü kıdemlinin bulunduğu salona geldiğimde herkes hazırda bekliyordu.
Kral birazdan halkı selamlamaya ve duyuruyu yapmaya çıkacaktı.
"Siz saygı değer hizmetlilerim, görevlilerim, askerlerim ve yoldaşlarım. Zindandaki oğlum olacak mahkumun, idam edilmesine karar verilmiştir!"

"Krallığın halk tarafından yediği hasarları bir an önce tedavi etmek için en hızlı yolun bu olduğuna karar verilmiştir! Sirenleri çaldıktan sonra halka duyuru yapmaya gideceğim, bütün kardeş krallıklara durumun haberinin üstü kapalı bir şekilde gitmesini arzu ediyorum."

"Prens Lee'yi görmek istiyorum." Paslı kapının kenarlarında dikilen iki görevliye iltifaten konuştum. "Bugün onu son kez görebilirsiniz, yarından itibaren ziyaretçi almayacağız." Sadece kafamı salladım. Demir kapı açılı açılmaz merdivenlerden inmeye başladım.

Uzun merdivenleri bitirir bitirmez adımlarımı soluk lambanın altına yönlendirdim. "Hyunjin? Sen mi geldin?"
Sessizce yürümeye devam ettim. Lambanın altında durduktan sonra cevap verdim. "Benden başka gelen mi var?"

"Haklısın.." Kıkırdadığında sinirlenmeye devam ediyordum. "Kaç günüm kaldı?" Sorduğu soruya cevap vermek istemedim, asla istemedim. "Beş.. beş gün."

Yatakta arkası dönük bir şekilde uzanan bedeni izledim bir süre. "Buraya gel." Sakince konuştuğumda yavaşça yataktan kalkmıştı.

Adımlarını parmaklıkların arasından geçirdiğim ellerime doğru atarken onu inceliyordum. Dün doğru düzgün bakamamıştım yüzüne. Kitabını verip öylece oturmuştum yanında. "Yemeklerini yiyor musun?"

Ellerimi yanaklarına yerleştirdim. "Yüzün çökmüş.." Sessizce mırıldandığımda yanaklarındaki ellerimi öperek cevap verdi. "Çirkin mi gözüküyorum?" Kafamı hızla salladım. "Hayır.. hayır, h-hayır."

Sonlara doğru nefesim titremişti. Kalbim kaldıramıyordu işte. Ellerimi titrekçe yüzünden çekerken bir elimi bırakmamış. Bir elini de yanağıma yerleştirip daha taze olan göz yaşlarımı siliyordu. "Ağlama artık Hyunjin."  

"Kabul etmek istemiyorum, böyle bitmesini istemiyorum! Hala bir şansımız var! Hala bir şeyler yapabiliriz." Kafamı sallayarak düşüncelerimi hunharca söylüyordum. "Daha kaç kere söylemem gerek Hyunjin? Üzme artık kendini.. hem, senden istediğim bir şey var."

"Ne istiyorsun yine?" Biraz mızmız çıkan sesime güldü. Böyle bir durumda bile nasıl böyle olabiliyorduk anlamıyordum! Böyle olmasını istemiyordum. Onunda ağlamasını istiyordum, içine atmamasını söylemesini hatta haykırmasını istiyordum. Beni kaçır, dayanamıyorum böyle bitmesini istemiyorum demesini istiyordum.

Ama bunları diyen, düşünen sadece bendim. Herkes kabullenmişti. Diğerleri umrumda değildi fakat kendisinin de kabullenmesi elimden hiçbir şey gelmemesini sağlıyordu.

"Majestelerinin yanında ol ve güvenini kazan. Onun oğlu gibi ol." Dedikleri ile kaşlarımı çattım. "Her seferinde böyle saçma isteklerde bulunacak mısın!?"

Şeklinde bağırdığımda devam etti.
"Ben onun oğlu gibi olamadım fakat sen olacaksın. Sadece iki yıl, en fazla üç yıl diyelim.. Onun oğlu ol ve krallığı sana devretsin. Bu saatten sonra devredecek bir oğlu olmadığı için kıdemli kolları tahtı almak için sürekli savaş halinde olacaktır.
Onun yüreğindeki boşluğu kapat ve oğlu yerine geç."

"Kısacası, birkaç yıl dayan ve benim için Kral ol Hyunjin. Bu bir istek değil, emirdir. Ölmediğim sürece korumam olarak emirlerimi yerine getireceğine yemin ettin. Eğer getirmezsen mezarıma da gelmeyi düşünme."

Parmaklıkların arasından hızla ittirdim onu. Biraz sert olmuştu ki yere düşmüştü. "Sen cidden delirmişsin! Beni tehdit ettiğin şeye bak!"

Saçlarımı çekiştirip ona döndüğümde yerde öylece oturduğunu gördüm. "Özür dilerim.. çok özür dilerim. Canın acıyor mu?" Parmaklıkların arasından kollarımı geçirmiş ve ona uzanmaya çalışıyordum.
"S-sorun değil."

"Seni seviyorum, Hyunjin." Saatler ilerlerken birazda olsa sakinleşmiştim. Ne kadar süredir öylece oturduğumu bilmiyordum. Söylediği tek şey buydu.
Cevap vermiyordum. İstemiyordum.

"Ben yatacağım." Parmaklıkların arasından birbirine değen yanaklarımızın arasına boşluk girdiğinde gözlerimi yavaşça yatağına ilerleyen Felix'e diktim. "Sonu nasıl bitiyor.. kitabın?"

Damağımdaki kuruluğu hissedebiliyordum. Yavaşça yatağa uzandı. "Oku ve öğren."

Ayaklarımı yere sürterek ayaklandım.
"İyi geceler." mırıldandıktan sonra merdivenlere ilerledim. Merdivenleri yavaşça çıkmaya başlamıştım. "Hey!"

Lan iş drama gelince en uzun bölümleri yazıyorum. Bayağı duygusallaştım o srıada.

𝐩𝐫𝐞𝐭𝐭𝐲 𝐩𝐫𝐢𝐧𝐜𝐞' 𝐡𝐲𝐮𝐧𝐥𝐢𝐱Donde viven las historias. Descúbrelo ahora