"Biz de bir olayda tanışmıştık. Hırsızı yakalamıştı. Kader, Umay üsteğmenimle bizleri olaysız tanıştırmıyor." Doğru.

"Acelem vardı. O yüzden biraz sert bir çıkışım oldu." Yiğit ile göz göze geldik. Gülümsüyordu. Şimdi nasıl erimeden durabilirim ki. "Rahat ol. Ben unuttum bile. Sorun etmene gerek yok." Ayaz'a bakıp genişçe gülümsedim. "Etmiyordum zaten ama yine de sağ olun." Kaşları havalandı ardından gülmeye başladı. "Ne demek küçük hanım vazifemiz."

Yiğit kaşlarını çatıp Ayaz'a baktı. "Karargahta kelimelerimize dikkat ediyoruz." Ayaz hafifçe arkasına yaslandı. "Komutanımızdan ne gördüysek onu yapıyoruz komutanım." Yiğit'in kaşları havalanmıştı. "Karargahın ortasında sevgilinizle..." Devamını getirmemişti.

"Yiğit'in sevgilisi mi var?" Sesim oldukça yüksek çıkmıştı. Gözler oldukça şaşkın bir şekilde bana dönmüştü. Bir dakika ya. O benim "Pardon." Sırıtarak arkama yaslandım. Önce Okan ve Ömer ardından da Ayaz gülmeye başlamıştı.

Aklım bir karış olmasına rağmen hala bu adam bana hayran hayran bakabiliyordu. Elimi tutup tersine dudaklarını bastırdı. Ayaz'a döndüğünde ciddi haline bürünmüştü.

"Komutanının söylediğini yap, yaptığını yapma." Sevgilimi sonuna kadar destekliyorum.

Bizimle alay etmeleri bitince tanışmaya geçmişlerdi. "Urfalıyım ben." Konuşmanın ortasına daldım. "Dürümünüzü yiyebildiniz mi?" Hafifçe karnını okşadı. "Sabah sabah dürüm mü yiyorsunuz?" Ben de çok şaşırdım Okan. "Normal bir dürüm değil. Urfa yiyorum ben. Sabahları güne güzel başlamam için gerekli." Ben de yemek yemeyi seven biriydim ama geceleri daha çok ağır yiyecekler yemeyi tercih ederdim.

Kim daha anormal karar veremedim.

Yiğit birden ayağa kalkmıştı. "Çok tembellik yapmaya başladınız. Eğitim için bahçede toplanın." Şaka olsun. Kolundaki saate bakı. "Hazırlanmanız için sadece on dakikanız var." Bana öpücük atıp odadan çıkmıştı. Gerçekten mi, Yiğit?

"Gitmiyor muyuz?" diye sordu Ayaz, henüz ayaklanmadığımızı gördüğünde.

"Nereye? Ölüme mi?" Ömer'e bakıp başımı salladım.

"O kadar mı kötü?" Aynı anda başımızı salladık.

"Kötü."

"Çok kötü."

"Acımasız."

"Sana bile mi?"

"Bana bile."

Ayağa kalkıp Ayaz'ın karşısına geçtim. "Aramıza asıl şimdi hoş geldiniz." Havalı bir şekilde kısacık saçları arasında elini dolaştırdı. "Eğitimde ter dökmeyen savaşta kan dökermiş. Hazırım ben." Yazık. "Affedersiniz ama götümden bile ter döküyorum. Bunu kastettiklerini sanmıyorum." Ömer çok açık sözlüydü. Kıkırdayıp çıktım.

Hızlıca hazırlanıp çıkmıştım. İçtima alanına doğru ilerlerken Yiğit'i görmemle adımlarım yavaşlamıştı. Kol kasları kısa kollu tişörtünden fırlamıştı. Zehir'in başını okşuyordu. Yaklaşan adımlarla omuzumun üzerinden arkama baktım.

"Komutanın olduğumu öğrendikten sonra korkacağını düşünmüştüm." Gülmüştüm. "Rabbimden başka bir şeyden korkacak olsaydım Türk askeri olmazdım." Başını eğip güldü.

"Umay!" Çığlık sesiyle Öykü'ye döndüm. Bir bana bir de Ayaz'a bakıyordu. Hızlı adımlarla dibime kadar gelip kolumdan çekiştirdi.

"Tanıştırayım; karargahın biricik doktoru Öykü Aksoy ve kıdemli üsteğmen Ayaz Aslan." Gözlerime baktı. Ne demek istediğini anlayabiliyordum. "Memnun oldum Öykü Hanım." Öykü gülümseyip baş selamı verdi. "Ben de memnun oldum komutanım. Sabah ki olay için de kusura bakmayın." Abartmasak mı? "Unuttum bile."

UMAYWhere stories live. Discover now