"Yeri tespit edildi. Bildiğiniz üzere Doktor Melek ve Doktor Turan Paşa'nın, oğlu ve gelini. Paşa için ama en önemlisi her şeyden önce bu vatanın evlatlarına zarar verdikleri için, Rojhat'ı alıp buraya getirmeniz gerekiyor." dedi Albay.

Başımı masanın üstünden kaldıramıyordum. "Leşini büyük bir zevkle getireceğim size komutanım." dedi Ömer. Gülümsedim. İçten bir gülümsemeydi. Ömer'i çok sevdim. Albay'a baktım, gülümseyerek. "Paşa'nın kesin emri var. Canlı olarak gelecek." dedi Albay. "Artık nefes alması bile yasak olması gerekirken, canlı mı?" diye sordu Okan. Gülümsemem daha çok genişledi. Okan, adamımsın. "Paşa'nın bir bildiği vardır. Emir emirdir." dedi Yiğit.

"Sen çok biliyorsun."

Ömer ile aynı cümleyi kurunca birbirimize kısa bakışlar atıp sessizce gülmüştük.

"Yiğit?" dedi Albay. "Emredin komutanım." dedi Yiğit. "Umay senin gözetimin altında. Bir sorun çıkartırsa, Umay'dan önce sen cezasını alırsın." dedi Albay. Göz devirdim. "Komutanım ben dünkü çocuk değilim." dedim. "Değilsin evet. Ama nedenini sen daha iyi bilirsin." dedi. Gözlerimi Albay'ın kahverengi gözlerine diktim. "Deden gibi bakma. Korkutuyorsun." dedi. Dayanamayıp güldüm. Beni bir kişiye de emanet etseniz, on kişiye de emanet etseniz; onun işini bitireceğim.

"Anlaşıldı mı Yiğit?" dedi Albay. "Anlaşıldı komutanım."

Başın yanacak. Üzgünüm.

Albay bizi başbaşa bırakıp çıktı. Muhtemelen dedem ile konuşacak. Torunun benim timin psikolojisini bozdu şimdiden. Al onu buradan. Başımızı yakacak. Gibi cümleler kuracak. Albay ile çok iyi anlaşacağız gibi duruyor.

"Gece orada oluruz. Rojhat'ı aldıktan sonra en yakın karakolda konaklayacağız. Paşa'dan dolayı iki ekip bize eşlik edecek. Onlarla sınırda bir araya geleceğiz. Kartal birinci ekip senin, Akrep ikinci ekip senin emrinde olacak. Ve Umay sen..." Bence Yiğit kendini boşuna yoruyor. Rojhat'ı gördüğüm gibi öldüreceğimden ne bir karakolda konaklamaya ne de başka ekiplere ihtiyaç var. Ama yine de benim sözde ne yapacağımı merak etmiyor değilim.

"Evet ben?" dedim. "Sen benim yanımdan ayrılmayacaksın." dedi. Başımı aşağı yukarı salladım. En azından arkamdan değilde yanımdan dedi. Bu da bir şey. "Emredersiniz komutanım." Ve üzgünüm komutanım.

"Neden Akrep?" dedim Ömer'e. "Kurşunlarım zehir gibidir." dedi, havalı havalı. Güldüm. "Göreceğiz." dedim. Kaş göz hareketi yapıp Yiğit'i işaret ettim. "Onun tim adı ne?" Gülümsedi. "Merak mı ettiniz?" dedi, imâlı bir ifadeyle. Göz devirdim. "Sen ve Okan'ın adını öğrendim. Başka kimse var mı? Kendi adımı mı sorsaydım?" dedim. Fısıldayarak konuşuyorduk. Yüzü asılmıştı. Dudaklarını aralayacağı sırada Albay tekrardan aramıza katıldı.

Albay ile plan üzerinden çokça geçmiştik. Diğerlerini bilmem ama ben dağın taşın konumuna kadar ezberledim. Albay gözlerini gözlerime dikerek, "Umay?" dedi. "Emredin komutanım." dedim.

"Rojhat'ı ne yapıyormuşuz?" diye sordu. Gülmemek için yanak içimi ısırdım.

Ağzına sıçtıktan sonra bugüne kadar aldığı her nefesi boğazına diziyor, inim inim inleterek öteki dünyaya gönderiyormuşum.

"Canlı olarak Paşa'ya teslim edeceğiz, komutanım." Tövbe tövbe. Yalan.

"Size güveniyorum." dedi Albay. Senin sorunun o Albay'ım. Ben bana güven dediğimi hatırlamıyorum. Ben şimdiden söyleyeyim de. Benim bir suçum yok.

🐺

Soyunma odasında siyah kamuflajımı giyip mühimmat odasına girdim. Diğerleri çoktan hazırlanmıştı. Aynanın karşısına geçtim. Siyah rengine aşığım. Üniformama aşığım. İkisi bir araya gelince ve şu an üzerimde görünce çok hoşuma gitmişti.

UMAYWhere stories live. Discover now