MEDUSANIN ÖLÜ KUMLARI (Kitap...

By Maral_Atmc6

7M 637K 1.2M

Elzem Akay'ın sıradan ama güzel bir hayatı vardı. En iyi okullarda okumuş, en güzel oyuncaklara ve kıyafetler... More

KİTAP KAPAĞI VE DUYURU
(1) Mühür ve Kalkan.
(2) Tarot Kartı.
(3) Kim Olduğunu Biliyorum.
(4) Kalkanlar.
(5) Neredeyiz Biz?
(6) Parazitler.
(7) Akademiye Doğru Yolculuk.
(8) Ben Ve Hizmetçi Olmak Mı?
(9) Kazara Ayin.
(10) Sürpriz Misafir.
(11) Kim Efendi Kim Köle?
(12) Ruhumdaki Mühür.
(13) Zindan ve Ruh.
(14) Kayıp Şaşkın Bir Ruh.
(15) İstenmeyen Öğrenci Olmak Zor.
(16) Saflar Tutuluyor.
(17) Karanlığın Gizlediği Korkular.
(18) Aksilikler Bir Değil Ki!
(19) Buz Festivalinin Korkunç Yüzü.
(20) Meydan Okuma.
(21) Bitmeyen Gece.
(22) Çocuk Kadın.
(23) Küçük Baş Belası.
(24) Evlilik Mi?
(25) Yorgun Düşüyor Gibiyim.
(26) Sürpriz Ziyaretçiler.
(27) Gizli Gerçekler.
(28) İhanet.
(29) Prenses Ari Ve General Karun.
(30) Geçmişe Doğru Yolculuk.
(31) İnfaz.
(32) Oyun İçinde Oyun.
(33) Yolculuk.
(34) Zindanlarda Ki Sır.
(35) Bedenimdeki Azap.
(36) Veda.
(37) Geri Dönmeyeceğim.
(38) Avcılar.
(40) Asıl Suçlu Kim?
(41) Zehirli Elmayı Bir Tek Pamuk Prenses Yemezdi.
(42) Kovulmadım, İstifa Ettim!
(43) Ölümsüz Olmak Mı?
(44) Bir Nefes Kadar Yakınındayım.
(45) Küçük Zararsız Yalanlar.
(46) Büyük Sürpriz.
(47) Hayal Kırıklığı.
(48) Ruh Kapanı.
(49) Geçmişin Enkazı.
(50) Aradığımız Masumiyet.
(51) Benim Şarkım.
(52) Sessiz Çığlıklar.
(53) Bazı Günahların Affı Olmuyordu.
(54) Medusanın Kızı.
(55) Kalbim Yasta.
(56) Ninfalar.
(57) Tanrıların Piyonu.
(58) Geldiğin Yere Geri Dön!
(59) Zamanın Ötesinde.
Duyuru
(60) Tanrı Tanımaz Asi.
(61) Büyü Artık!
(62) Bana Anılarımı Geri Ver.
(63) Kendinin Gölgesi.
(64) Küllerinden Doğmak.
(65) Garip Bir Meyve.
(66) Ansızın Gelen Teklif.
(67) Rüyalarda Buluşmak.
(68) Canavar Ve Güzel.
(69) Geleceği Düşlemek. (FİNAL!)
Buraya Toplanınn

(39) İktidar Yarışları.

91.1K 8.7K 26.8K
By Maral_Atmc6

SULAKKAR (Muhafızların Toprakları)

Sıraç ve arkadaşları düştükleri yerden ayağa kalkarak şaşkın gözlerle bulundukları yeri izliyorlardı. Ankara'da sonbaharın son günlerini yaşıyorlardı, ancak şimdi kışın göbeğine düşmüşlerdi. Hepsi yolun ortasına savrulmuş tüm bunların ne anlama geldiğini sorguluyorlardı. Yoldan geçen at arabalarına afallayarak bakıyorlar ve kaldırımda yürüyen insanların kıyafetleriyle şoke oluyorlardı. Bütün bunlar gerçek miydi? Tüm bu insanlar, garip dekorasyona sahip evler ve şahit oldukları bu manzara gerçek miydi? Her biri kaldırım kenarında durmuş bu olanları sorguluyorlardı. Ortaçağda oldukları çok açıktı, çünkü bulundukları yer modernliğin uğramadığı yozlaşmış bir kabileyi andırıyordu. Hepsi birbirine bakarak bir cevap arıyordu ama ortaya çıkan tek sonuç; her şeyiyle farklı bir dünyada olduklarıydı. İşin garip yanı buradaki herkes de onlara bakıyordu. Avcılar şu anda lânetlilerin arasında olduklarını onların enerjilerinden anlıyorlardı. Aynı şeyleri karşı tarafta hissetmiş olmalı ki, düşman gözlerle Avcılara bakıyorlardı. Sıraç ve arkadaşları ezelden beri düşman oldukları ırkın enerjisi ilk kez bu kadar yoğun hissettikleri için her biri saldırmaya hazırlanan bir yırtıcı gibiydi.

"İçimdeki bu öldürme tutkusu da neyin nesi?" Uraz şaşkındı, daha önceki kayıp ruhlara duyduğu nefretten çok daha ötesini yaşıyordu. Sanki bu dünyaya ayak bastıkları an farklı birilerine dönüşmüşlerdi.

"Çok garip." Süreyya havayı koklayarak kendi etrafında döndü. "İç güdülerim olağanüstü bir hızla açılıyor ve farklı hissediyorum." Her biri benzer şeyler hissediyordu. Atalarının topraklarına gelmek Avcı yönlerini tam anlamıyla uyandırmış olmalıydı.

"Bir kişi eksik gibiyiz, siz ne düşünüyorsunuz?" Sıraç bunları söyleyince, arkadaşları da birbirlerine bakıp eksik olan kişiyi bulmaya çalışıyordu.

Kenan elini havaya kaldırdı. "Ben buradayım." Uraz'da onu taklit etti. "Bende öyle." Son olarak Süreyya elini kaldırmıştı. "Bende buradayım." Uraz gözleriyle yanında duran arkadaşını gösterdi. "Sıraç'ta burada olduğuna göre eksik olan kimse yok." Dördü bu konuda hemfikir olunca, bu yer hakkında bilgi edinmek için yürümeye başladılar. Evet, bunu gerçekten yaptılar.

Duvarın arkasına saklanarak giden çocukları izleyen Soya, her birine ters ters bakıyordu. "Gerçekten Yavuz'u bırakıp gidiyorlar mı?" Bir hafta boyunca Sıraç'ı araştırdığı için tüm ailesini biliyordu ve geçiti açarken duyduğu seslerden birinin Yavuz'a ait olduğuna emindi. "Bu fâniler inanılır gibi değil Safir." Koluna dolanmış yılanı yere bıraktı. "Git ve bana o korkak Avcıyı bul benim küçük vampirim." Böyle sorumsuzca davranan bir grup Avcıyla ne yapması gerektiğini bilmiyordu.

Acaba kardeşini bulması karşılığında Sıraç, ona saçlarını geri verir miydi?

*****

Açılan geçit kapısı Yavuz'u diğerlerinin yakınına savurmuştu. Soya, Safir'i takip ederek on dakika sonra kendisini bir sokakta bulmuştu. Çürük sebze atıklarının olduğu bir sokağa girince eğilip Safir'i kucağına aldı. "Paslanmış olabilir misin? Gururunu incitmek istemem ama burada bir Avcı dışında her şey var Safir." Bundan sonra onu kurbağalar yerine farelerle beslemeyi düşündü, çünkü hep aynı şeyleri yemekten eskisi gibi iyi koku alamıyordu.

Safir, başını kaldırıp ona tıslayınca güldü. "Yeterince korkunç değilsin dostum, şunu izle." Dudaklarını aralayıp Safir'in gözlerine baktı. Bir anda uzayan sivri, azı dişleri ve ağzındaki dilinin ucu ikiye ayrılınca sırıttı. Kükremeyi andıran korkunç bir tıslama sesi çıkarınca, Safir hemen yere atlayınca güldü. "Korkak." Soya'nın çıkardığı sesten sonra sokaktaki her bir delikten ve taşların altından toplam beş yılan çıkıp ona doğru sürünmeye başlamıştı. "Çok güzelsiniz." Diz çöküp yılanlara elini uzatınca, her biri onun bedenine sürünerek tırmanıyordu. "Safir bak yeni Safir'ler buldum. Hepsi benim olabilir mi?" Safir korkudan bir kenarda dururken, Soya tüm bu yılanları nasıl çantasına sığdıracağını düşünüyordu. Evet, hepsini çok sevmişti.

"Bu yakınlarda bir Avcı gördünüz mü?" Bir kobra tıslayarak Soya'nın boynuna dolanınca kıkırdadı. "Demek burada." Kobra çatallı dilini onun boynuna değdirince tebessüm etti ve onu yere bıraktı. "Teşekkür ederim." Diğer yılanları da bedeninden ayırıp kendi korkak yılanını yeniden koluna doladı. "Gidelim Safir. Bu arada arkadaşlarına merhaba dememen çok uygunsuz bir davranış." Safir bazen çok düşüncesiz olabiliyordu.

Eski bir yük arabasının yanından geçtiği esnada duyduğu erkek çığlığıyla hemen Safir'i çantasına koydu. "Sanırım onu bulduk." Sırt çantasını aceleyle taktıktan sonra sesin geldiği yöne doğru koşmaya başladı.

Terk edilmiş bir evin arkasında Yavuz'u iki büklüm otururken bulmuştu. Etrafını saran beş kişiye korku dolu gözlerle bakıyordu. Soya onların Bilgelerden oluşan bir grup serseri olduğunu hemen anladı. Uzun zaman sonra ölümsüzlere ait bölgede bir Avcıyla karşılaşmışlardı ve onun korkaklığıyla alay ediyorlardı. "Avcıları bize yanlış anlatmış olabilirler mi?" İçlerinden biri ayağının ucuyla Yavuz'a vurdu. "Şuna bak korkudan ağlayacak gibi." Lânetlenen herkes bir diğerinin enerjisini tanırdı ve Avcılar da Avcı olmakla lânetlendikleri için kendilerine göre enerjileri vardı. Bu yüzden onun bir Avcı olduğunu hemen anlamışlardı.

"Bir zavallı olmalı." Bir diğer kişi kılıcını çıkartıp Yavuz'un boynuna yaslayınca, ağlamaya başlayan çocuk hepsini güldürmüştü. "Ayağa kalk ve bizi eğlendir," diyen kişi, açık açık Yavuz'a meydan okuyordu.

"Sanırım onun yerine ben sizi eğlendirebilirim." Soya'nın sesini duyunca hepsi ona dönmüştü. Baştan ayağa genç kadını süzen Bilgelerin hepsi yüksek sesle gülmeye başladı. "Sen mi?" Kılıcını Yavuz'un boynundan çekmeyen sakallı adam bunu komik bulmuştu. "Kılıç kullanmayı bildiğinden bile şüpheliyim. Nesin sen?" İğrenerek Soya'nın yüzüne bakıyordu. "Bataklık canavarı falan mı?" Soya bu sözlere alınmadı. Yüzündeki maskelerden arındığı an hepsini güzelliğiyle mest edecek bir kadın olduğunu biliyordu.

"Aslında kılıç kullanmayı biliyorum." Sırt çantasını çıkartıp yere bıraktı ve ona doğru yürüdü. "Veya bildiğimi sanıyorum, neden bana nasıl kullanılır öğretmiyorsun?" Soya, savaşçı bir Gorgon'du. Henüz çocukken kılıçlarla oynamaya başlamıştı. Araf'takiler savaş eğitimi alarak büyüyordu, lakin Soya tüm eğitimleri zihninde barındırarak doğmuştu. Birçok orduyu bozguna uğratmışken kimse onun dengi olamazdı.

"Öyle olsun bakalım." Sakallı adam, Yavuz'un boynundaki kılıcını indirip Soya'nın karşısında durdu. "Şu ucubeye bir kılıç verin çocuklar." Birkaç saniye içinde Soya'yı öldürüp, arkadaşlarına gövde gösterisi yapmak istediği çok açıktı. Soya ise çok rahattı çünkü birkaç dakika içinde hepsini kendi kanında boğacağını biliyordu.

Biri ona kendi kılıcını uzatınca, Soya'nın kılıç tutuşu bile acemice değildi. Rakibi ona doğru ilk hamlesini yapacağı esnada, adamın boğazına saplanan bıçak ile hareketsiz kalmıştı. Sakallı adamın elindeki kılıç düştü ve boynunu tutarak garip sesler çıkarmaya başladı. Parmaklarının arasında kanlar fışkırarak yere düşünce, Soya korkmuş gibi numara yaparak çığlık atmaya başladı. Elindeki kılıcı yere atarak bağıran kadın, hemen arkasında Avcıların olduğunu yoğun enerjilerinden anlamıştı. Korkağı oynayarak sıradan bir fâni gibi davranmalıydı. Soya başını arkaya doğru çevirince Sıraç ve arkadaşlarını görmüştü. Onu burada gören Sıraç'ın yeşil gözlerinden şaşkınlığı okunurken, "Nasıl burada olduğunu konuşacağız, ama önce sizi şuradan çıkaralım!" dedi. Hızlı adımlarla yürüyüp Soya'nın yere düşürdüğü kılıcı almıştı. Ne yani kılıç kullanmasını biliyor muydu?

Adamlar Sıraç'ın üzerine yürüyünce Kenan ve Uraz'da kavgaya dahil olmaktan gecikmemişti. Şimdi şaşırma sırası Soya'daydı çünkü Sıraç elindeki kılıçla usta manevralar yaparak kendisini savunurken, Uraz bileğini kırdığı adamın elindeki kılıcı alıp onun karnına saplamıştı. "Şaka mı bu?" Üç arkadaşın kılıçlarla yaptıkları küçük gösteri Soya'yı afallatmıştı. Bu üçünü her kim eğitmişse onu tebrik etmek istiyordu, çünkü fânilerin dünyasında uzun zamandır kılıç kullanılmıyordu.

Tabii Soya, çocukların eğitmeni olan Yahya Bey'in, en çok kılıçlarla çalışmayı sevdiğini bilmiyordu. Bildiği her şeyi kendi öğrencilerine öğretmek, belki de yaptığı en iyi şeydi. Soya, onlardaki değişikliği çok çabuk fark etti. Avcıların öldürme tutkusu bu topraklarda çok hızlı uyanmıştı. Bilgelerin güçleri Avcılara etki etmezken dakikalar içinde tüm Bilgeler yerdeydi. Sıraç'ın yere serdiği adamın boğazını nasıl kestiğini gördü. Süreyya başını çevirirken, "Bunu ne yapacağız?" diyen Uraz, hayatta kalan son adamı sürükleyerek yere fırlatmıştı. Bunlar gerçekten dünyadan mı geldiler? Soya afallamıştı, çünkü buradaki barbarlardan bir farkları yoktu.

Bu kadar hızlı uyum sağlamaları inanılır gibi değildi.

"Bana bırak." Gülümseyen Sıraç, yerdeki adamın üzerine eğildi. "Şimdi git ve Araf'taki herkese şunu söyle; Avcılar geri döndü!" Yaralı adam âdeta emekleyerek geriye çekilmişti ve hemen sonrasında koşarak uzaklaştı.

"Fark ettiniz mi? Sıraç ve Uraz, egoistlik konusunda yarışır." Homurdanan Süreyya'ya abisi Kenan, gülerek cevap verdi. "Bu yüzden yakın arkadaşlar. Yavuz nerede?" Kenan etrafına bakındı ama bu kargaşanın içinde onu bulamadı. Az önceki yerinde yoktu.

Soya hepsinden önce onu bulmuştu. Çürük sebzelerin olduğu yığının arkasına saklandığını görmüştü ve hıçkıran sesleri hâlâ kulağına geliyordu. Eliyle Yavuz'un olduğu yeri işaret etti. "Ağlamakla meşgul." Yavuz bunu çok sık yapıyor olmalı ki kimse pek şaşırmamıştı.

"Çık şuradan Yavuz." Sıraç elindeki kılıcı yere atıp onun yanına gitti ve kardeşini saklandığı yerden çıkardı. "Beni unuttunuz sandım." Yavuz ıslak gözlerini silerken, "Kardeşimi unutacak değilim," diyen Sıraç, yumruk olan sağ elini cebine saklayıp homurdanmıştı.

"Aslında attığın çığlığı duyana kadar kısa süreliğine seni unuttuğumuz doğru-" Uraz'ın sözlerini Süreyya koluna vurarak kesmişti. "Bilerek ortalığı karıştırıyorsun doktor!" Zavallı çocuğun dışlanmasını istemiyordu. Zaten onu unutarak daha ilk günden yeterince hata yapmışlardı.

"Bu şey kim?" Kenan eliyle Soya'yı gösterince Soya ona ters ters bakıyordu. "İnsan! Her şeyden önce bir insanım değil mi?" Çirkin görüntüsünden dolayı ona ucube muamelesi yapmasına gerek yoktu.

"Pekâlâ bu insan kim?"

"Abi sen neden susmuyorsun?" Süreyya onu da azarlayınca Sıraç'ın bakışları Soya'yı bulmuştu. "Senin burada ne işin var?" Soya rolüne devam ederek ürkmüş gibi titremeye başladı. "Eve yeni dönmüştüm ama sizin dairenizin kapısı açıktı ve içeride korkunç sesler geliyordu." Ağlamaklı gözlerini kırpıştırdı. "İyi olup olmadığınızı kontrol etmek istedim, ancak tek hatırladığım içeri girince gördüğüm korkunç bir çukur." Şimdi ise suçlar gibi Sıraç'a bakıyordu. "O şey beni içine çekti ve gözlerimi açınca kendimi burada buldum. Evinizde olan bir çukur yüzünden buradayım ve beni evime geri götürme sorumluluğunu almak zorundasınız!" Sıraç bu konuda suçlu olduğunu düşünürse geri dönene kadar Soya'yı yanından ayırmazdı. Böylelikle ondan aldığı saçlarını geri alabilirdi.

"Kapısını açık bulduğun her eve girer misin sen?" Sıraç, Soya'yı azarlarken fazlasıyla sinirliydi. Yavuz'un sorumluluğu yetmezmiş gibi başına bir de Soya çıkmıştı. Bu kadın bir Avcı bile değildi! Hiçbir meziyeti olmayan sıradan bir insanı bu yaratıkların içinde korumak hiç kolay olmayacaktı. Üstelik dairesinin kapısını kapattığına emindi. Belki de zeminde açılan geçit bir şekilde kapıyı da açmıştır.

"Onun kim olduğunu bize söyleyecek misin?" Uraz'ın sorduğu soruyla isteksizce Soya'yı göstermişti. "Karşı dairemde oturuyor, adı Soya."

"Yani komşun?" Uraz gülmeye başladı. "Bir komşun olduğunu bilmiyordum. Birlikte komşuculuk oynarken ne yapıyorsunuz? Altın günü düzenleyip benim dedikodumu mu yapıyorsunuz?" Neden Uraz'ın dedikodusunu yapma gereği duysun ki!

"Ben acıktım hadi gidip yemek yiyecek bir yer bulalım." Bunu söyleyen Uraz, sırıtarak yine Sıraç'a bakıyordu. "Bakarsın buranın harika yemekleri vardır, böyle bol soslu. Soya sosu sever misin Sıraç?" Rahat durmaya hiç niyeti yoktu.

"Kapat çeneni Uraz!" Sıraç'ın sert çıkışıyla arkadaşı gülerek yürümeye başladı. Soya'nın varlığı daha ilk günden olay olmaya başlamıştı!

*****

Elümhan (Azınlıkların Toprakları)

Azınlıkların kalesinde son günlerde olaylar hiç bitmiyordu. Afra'nın dönüşünü klanlar hiç hoş karşılanmadığı için hepsi Cihangir'e baskı yapmaya devam ediyordu. Tarih yeniden tekerrür ediyor olmalı ki, Cihangir ve ailesi ikinci kez aynı şeyleri yaşıyordu. Afra'nın bulunması için tüm adamlarına emir vermişti ve aynı şeyleri diğer klanlar da yapıyordu. Bir baba olarak kızının infaz emrini vermek Cihangir için hiç kolay değildi, ancak buna mecburdu. Araf'ta Aykırılar barınamazdı ve Cihangir'de buna inanıyordu. Tek sorun bu değildi, çok daha fazlası vardı. Savcı'nın itirafından sonra Afra'nın infazına dört oğlunun dahil olduğunu öğrenmişti. Sadece Gediz değil, diğer üç oğlu da bu olayın içindeydi. Bu duyurulursa klanlar rahat durmayacak ve oğulları için bir mahkeme kurulmasını talep edecekti. Cihangir ne yapması gerektiğini bilmiyordu, çocuklarının hayatı söz konusuydu ve o, hepsini nasıl koruyacağını bilmiyordu!

"Savcı'ya kızgın mısın?" Cihangir, karısı Leyla'nın sesini duyunca camdan dışarıyı izlemeyi bıraktı. "Oğullarımın hiç birine kızgın değilim." Artık Savcı'nın yıllardır neden onlardan uzak durduğunu anlıyordu. Bir takas yaparak Afra'yı ölüler diyarına gönderdiği için suçluluk duygusu onu ailesinden uzak tutmuştu.

"Buna sevindim." Leyla Hanım onun yanına giderek pencerenin yanında durdu. "Afra bizden oğullarımızı alacak diye endişeliyim." Kızını çok iyi tanıyordu. Erkek kardeşlerinin ona olan sevgilerini kullanıp iç savaş çıkarmaya meyilliydi.

"Artık onlar çocuk değil hatun." Karısına bakarak elini onun omuzuna koydu. "Afra'nın gerçek amacını onlar da anlayacaktır." Bir zamanlar kalenin göz bebeği olan kızı, şimdi herkes için bir tehlikeden ibaretti.

"Ya hepsini telkin ederse?" Leyla Hanımı en çok bu korkutuyordu. Afra'nın çok tehlikeli bir yeteneği vardı ve bunu kardeşlerinin üzerinde kullanırsa aileyi birbirine düşürebilirdi.

"Bu olmadan onu durdurmalıyız." Saklandığı yer sürekli değiştiği için onu bulmak hiç kolay değildi.

"Liderler seni bekliyor." Cihangir bunu biliyordu. Son zamanlarda çok fazla olay olduğu için klan liderleri şikâyetlerini sıralamak için çok sık Azınlıkları ziyaret eder olmuştu. "İkizler nerede? Savcı ve diğeri de geldi mi?" Diğerinden kastı Gediz'di ama küçük oğlu, babasının koyduğu ismi herkese yasaklamıştı.

"O, akademide ama Savcı ve ikizler burada." Şaşırmadı, çünkü Gediz genelde ortalığı yatıştırmak yerine tam tersi şeyler yapardı. Burada olup babasına destek olmak yerine, yeni sorunlar çıkarmakla meşguldü.

"İki misafirimiz daha var." Leyla Hanım derin nefes alarak kocasına baktı. "Kalkanlardan Mara ve Itır'da burada. Bu sabah geldiler çünkü Mara, Afra'nın Itır'ın etrafında dolaşmasından rahatsız olmuş. Takastan dolayı Afra, Elzem'in yakınlarının peşine düşmüş olmalı." Cihangir bunu bekliyordu. Kızı Afra hiçbir zaman akıllıca kararlar vermezdi. İntikamını bile masumlardan almaya çalışacak kadar kör biriydi.

"Kızlarla yakından ilgilen Leyla. Kapımıza gelen iki genç kızı mağdur etmek bize yakışmaz." Kızının sebep olacağı sorunların bedelini iki masum ödememeliydi.

Karısı Leyla Hanım ile birlikte büyük salona girdiklerinde dikdörtgen masanın etrafını saranları gördü. Klan liderleri, onların generalleri ve kendi oğulları buradaydı. Cihangir en baştaki yerine alınca karısı yine sol tarafına oturmuştu. Onu ilk sorgulayan yine Ayvaz olmuştu. "Afra hakkında bir gelişme var mı?" Cihangir hepsinin bunun için kalesine geldiğini biliyordu.

"Aykırı kızın iyi saklanıyor Cihangir." Bilgelerin kadın lideri Revan, alay ederek güldü. "Belki de iyi saklanmıyordur, belki de birileri onu iyi saklıyordur?" Gözleri Cihangir'i bulurken onu suçladığı çok açıktı.

"Onu saklamadığımı hepiniz iyi biliyorsunuz. Beni neyle suçladığına dikkat et Revan, çünkü kendi kızının ölüm emrini ikinci kez veren bir baba var karşında. Hanginiz böyle bir şeyi ikinci kez yapardı?" Oğlu Savcı, Afra'yı geri getirerek kabuk bağlayan bir yarayı ikinci kez kanatmıştı.

"Kimsenin seni suçladığı yok." Bu konuşan Muhafızların klan lideri Feti'ydi. "Afra'nın gelişinin üzerinde iki ay geçmesine rağmen hâlâ onu bulamadık Cihangir. Telkin yeteneği olan biri içimizde geziyor, hâliyle bu hepimizi endişelendiriyor. Üstelik ölen biri nasıl geri döndü? Bu hepimizin aklını kurcalıyor?" Bunun cevabını Cihangir ona veremezdi. Eğer oğulları ifşa olursa en doğru şekilde adaleti sağlamaktan başka şansı yoktu. Bu dört oğlunun hayatına mal olsa da bunu yapardı.

"Buradaki tek sorun Afra değil." Koruyucuların lideri Ayvaz, önünde duran kâğıt yığınını gösterdi. "Fânilerin bölgesinde yaşayan casuslarımdan bu sabah bir rapor aldım. Sokaklarda bir tane bile parazitin olmadığını söylüyorlar."

"Hepsi ölmüş mü?" Tenebrisliler lideri Abraham güldü. "Zamanı gelmişti, bunca zaman dayanmaları mucize."

"Cesetleri nerede peki?" Ayvaz başını çevirip ona baktı. "Bir orduya bedel sayıdaki parazitlerden bahsediyoruz. Eğer öldülerse neden hiç birinin cesedi ortada yok?" Ayvaz onların öldüğüne inanmıyordu. Bunun altında yatan gerçeğin bambaşka olduğunu düşünüyordu.

"Hepsi mi kayıplarda?" Revan'da Ayvaz gibi bunu küçük bir sorun olarak görmüyordu. "Gazi'nin parazite dönüşen klanı bir anda ortadan kayboluyorsa bilmediğimiz bir şeyler olmalı."

"Ne gibi?" Efendi Feti bunu fazla ciddiye almıyordu. "Belli ki o yaratıklar beslenmek için farklı topraklara göç ettiler." Fâniler onlara karşı tedbirliydi ve bu parazitlerin açlık çekmesine neden oluyordu. Beslenmek için göç etmeleri olasılıkların içindeydi.

"Belki de Avcıların dönüşü onların gitmesini sağladı." Abraham tiksintiyle yüzünü buruşturdu. "Avcılar konusunda neden harekete geçmediğimizi biri bana açıklayabilir mi?" Bir haftadır tüm söylentiler bir grup Avcının Araf'a döndüğüyle ilgiliydi. Bir avuç Avcının icabına hâlâ neden bakmadıklarını merak ediyordu.

Cihangir başını iki yana salladı. Bunu yapmalarına rızası yoktu ve doğru bulmuyordu. "Onlara dokunmayacağız."

"Benim klanıma ait bir grup çocuğu öldürdüler!" Revan kaşlarını çatarak Cihangir'e döndü. "Hepsi bunun bedelini ödeyecek ve bu konuda kimse beni durduramaz." Bir klandan birilerini öldürmek doğrudan savaş başlangıcıydı ve Revan buna sessiz kalmayacaktı.

"Onlar kuralları bilmiyorlar Revan." Feti sağduyulu olmaya çalıyordu, çünkü birilerinin böyle olması gerekiyordu. Kendisi de Avcılardan hoşlanmıyordu ama bu kez aynı hatayı yapmak doğru değildi. "İlk Avcıları öldürdüğümüzde fâniler büyük bir isyan başlattı, bunu unutmuş olamazsın."

"Bu kimin umurunda! Onlar sadece fâni, bize karşı bir şansları olamaz." diyen Revan'ı, başından beri sessizliğini koruyan Savcı susturmuştu. "Avcıların sayısı az olabilir, ama şu bir haftada onların dönüşünü duyan tüm fânilerin desteğini aldılar. Avcıların gelişi onlar için umut demek ve o umudu ellerinden alırsak isyan çıkarabilirler. Fânilerle gireceğimiz bir savaşı biz kazanabiliriz ama tanrılar masumların yanında. İkinci kez lânetlenmeyeceğimizin bir kanıtı var mı? Atalarımızın yaptığı hatalardan ders çıkarmalıyız, çünkü yeni bir lânetin bize neler yapacağını bilemeyiz." Israrla aynı hataları yapmanın lüzumu yoktu. İki bölge arasında savaş olmadan yıllarca yaşanmışken sulhu bozmayı doğru bulmuyordu.

"Peki ne yapacağız? Bir grup Avcının kafasına estiği gibi adamlarımızı öldürmesine seyirci mi kalacağız?" Ya Savcı bazı şeyleri anlatamıyordu, ya da Revan ısrarla anlamak istemiyordu. "Bir süre daha konuğumuz olun ve bu sürede babam onları buraya davet etsin. Hiçbiri Araf'ta ki kuralları bilmiyor, bunları onlarla konuşup ortak bir karara varabiliriz." Avcılardan kurtulmak onlar için zor değildi, fâniler de onlar için tehdit olamazdı, ama yok yere kan dökülmesine de gerek yoktu. Her iki taraf birbirini dinlemeyi denerse uzlaşabilirlerdi.

Savcı'nın teklifine hepsi onay verince, Cihangir bir pusula gönderip onları kaleye davet edeceğini söylemişti. Hepsi salondan ayrılacağı esnada kalenin çanları çalmaya başladı. "Kalen tehdit altında mı?" Ayvaz gülerek Cihangir'e bakarken, bir asker koşarak salona girmişti. "Efendim Keng askerleri sınırlarımıza girmek üzere." Şimdi kimse gülmüyordu, çünkü Keng şehrinde yaşayanlar hepsinin ortak düşmanıydı. Kale kırmızı alarm vermişken, her biri Araf'ın sınırları dışında olan Keng şehrindeki askerlerin buradaki amacını sorguluyordu. Tapınak Rahipleri daha önce onların topraklarına hiç girmemişti.

Abraham hemen generaline döndü. "Buradaki tüm askerlerimizi kalenin surlarına dikin, hiçbir Keng askeri girmemeli!" Aynı emirleri diğer liderler de komutanlarına vermeye başladığı esnada Cihangir onları durdurdu. "İlk kez bize ait topraklara geliyorlarsa bunun bir sebebi olmalı. Onları dinlemeden savunmaya geçmek doğru değil." Keng şehrindekiler daha önce asla Araf'a gelmemişti, bu gelişleri hayra alamet değildi.

"Burada düşündüğümüz sen ve halkın değil Cihangir!" Ayvaz sesini yükselterek öne çıktı. "Araf'ta kendilerine feth edecek bir toprak bulurlarsa bir daha asla onları içimizden atamayız! Bunun olmasını engellemek için yıllardır savaş veriyoruz." Tapınak Rahipleri kara büyüde ustaydılar ve büyü yapmak için belli sınırları yoktu. Araftakiler büyü yaparken sınırı geçerlerse birer yaratığa düşünüyorlardı. Gazi ve klanına olduğu gibi ama aynı şeyler Tapınak Rahipleri için geçerli değildi. Bir kere Araf'ta kendilerine yer bulurlarsa feth etmedik toprak bırakmazlardı.

"Burası benim kalem ve benim sınırlarım. Herkes kendi topraklarında istediği şeyi yapmakta özgür, ama benim sınırlarımın içinde sadece benim emirlerim geçer. Kimse bir şey yapmayacak dediysem yapmayacak." Cihangir hepsini susturup askerine döndü. "Giriş izni verin. Ne istediklerini öğrenmeliyiz." Nöbetçi geldiği hızda dışarı çıkarken, Cihangir'in bu kararı kimsenin hoşuna gitmemişti.

Yaklaşık yarım saat sonra kalenin büyük kapıları Keng'li askerler için açılmıştı. Liderler avluda toplanıp gelenleri izlerken yirmi kişilik küçük bir konvoy gelmişti. En önde atını süren kadını gören herkes afallarken, Leyla Hanım'ın eli göğsüne gitti. "Afra?" Evet Azınlıkların kızı Keng'li askerlerin en önünde atını sürüyordu. Tüm atlar avluya girince kısa sürede hepsi atlardan inmişti. Afra, arkasındaki askerlerle liderlere doğru yürürken babasının önünde durdu. "Kızına hoş geldin demek yok mu baba?" Gülümseyerek arkasındaki askerleri gösterdi. "Müstakbel eşim düğüne kadar güvende olmamı istediği için yalnız gelmeme müsaade etmedi." Başta babası olmak üzere tüm liderlerin kaskatı olmuş yüzlerine bakarak gülümsedi. Sırf Aykırı diye kovulduğu bu toprakları sırasıyla feth etmeden hiçbir yere gitmeye niyeti yoktu.

Keng şehrinin desteğini almışken kimse ona zarar vermeye cesaret edemezdi.

*****

"İnanmıyorum ya, ben kadından korunmak için buraya gelmeyi kabul ettim, ama kadın kraliçe adayı olarak peşimizden geldi!" Mara çıldırmak üzereydi. Itır'la birlikte buraya gelmesinin tek sebebi Afra'ydı, ama farkında olmadan o sinsi yılanın inine gelmişlerdi. Azınlıkların klanına gelmeye cesaret edemez diye düşünmüştü, fakat Keng şehrindekileri kullanması ona kötü bir sürpriz olmuştu.

"Mara sen sakin olacak mısın artık? Kraliçe derken neyi kast ediyordun?" Itır, arkadaşının bu telaşını anlamıyordu. Afra'dan neden kaçtıklarını da bilmiyordu, ama Mara'nın aksine kimseden korkmadığı için oldukça rahattı.

"Krallığın var olduğu tek şehir Keng şehri Itır. Bilirsin işte kral, kraliçe gibi unvanların hâlâ var olduğu tek yer."

Itır burukça tebessüm etti. "Keşke bu bilgiyi Elzem hâlâ hayattayken onunla paylaşsaydın. Onun gibi bir asilzade kraliçelik için Afra ile kapışabilirdi." Öyle de olacakdı zaten, ama Keng şehrindeki taht için değil. Mara gördüğü rüyalardan Itır'a bahsetmiyordu, ancak Elzem ve Afra çok fazla kan dökecekti ve ikisinden biri gerçek anlamda ölmedikçe aralarındaki savaş asla bitmeyecekti.

İki farklı kader görmüştü. Birinde Elzem Afra'yı öldürüyordu, diğerinde ise ölen Elzem ve öldüren Afra oluyordu.

Bunlardan biri gerçekleşecekti, ama hangisi bilmiyordu.

"Odada kal ve ben gelene kadar dışarı çıkmıyorsun." Mara neler olduğunu anlamak için dışarı çıkmıştı ve Itır, depresyonda olduğu için hiçbir şeye itiraz edecek durumda değildi.

Böyle söz dinleyecekse Mara, sonsuza kadar onu depresyonda tutabilirdi.

*****

Mara yarım saat kalenin içinde gezerek hizmetçilerden yeterince bilgi almıştı. Afra Keng kralını telkin etmemişti çünkü yaşlı kral çok önceden de Afra'yı istemişti. Afra daha önce sırf macera olsun diye Tapınak Rahiplerinin olduğu şehre gitmişti ve orada yaşlı kral ile tanışmıştı O yıllarda nişanlısına delice aşık olan Afra, onun evlilik teklifini reddetmişti. Şimdi ise sırf güç için yaşlı adamın dördüncü eşi olmayı kabul etmişti. İlk karısı olan kraliçesi çok önceden ölmüştü ve Afra dördüncü eş olsa bile büyük bir törenle kraliçenin yerini alacaktı. Düğüne kadar burada kalacaktı ve evlenip Keng şehrine gidene kadar bir nevi dokunulmazlığı vardı. "Kadın koskoca kralın desteğini almış, sıkıysa ona zarar verin." Mara homurdanarak yürürken, kaleden çıkmış ve bahçede dolaşıyordu. Azınlıklar ve diğer klanlar çıldırıyor olmalıydı. Gülerek başını iki yana salladı, Elzem'in Afra'yla çok fazla işi olacak gibi görünüyordu.

Askerlerin talim yaptığı eğitim sahasına kadar yürüdüğünü fark etmemişti. Gitmeye hazırlandığı esnada Dehliz'i gördü. Ablasının son yaptığı şeye çok sinirlenmiş olmalı ki, elindeki kılıçla acımasızca samandan heykelleri parçalıyordu. Çetin geçen kışın içinde üzerinde pantolon dışında hiçbir şey yoktu. Çok uzun zamandır burada olmalıydı çünkü terli vücudu üşüyormuş gibi görünmüyordu. Kılıçla yaptığı hareketleri gördükçe gitmek yerine onu izlemeye devam ediyordu. Kuzgunu bir ağacın üzerine tünediği için Mara, kuzgunu sürekli kontrol edip duruyordu. O kuş ona doğru uçmaya başladığı an koşarak kaçabilirdi. "Bakalım ne kadar iyisin?" Sessizce konuşup pelerinin cebindeki kart destesini çıkardı. Dehliz'e yakalanmadığı sürece biraz eğlenebilirdi değil mi?

Bir ağacın arkasına saklandı ve kağıt destesinin içinden rastgele bir tane Tarot kartı seçti. "Ruhların kılıcı mı?" Karttaki çapraz kılıçlara bakıp güldü. Bundan daha iyi bir kart seçemezdi.

Tarot kartını havaya attığı an Dehliz'in arkasında duran raftaki kılıçlardan biri hareket etmeye başlamıştı. "Sağır olman ilk kez işime yaradı." Sessizce fısıldadıktan sonra ellerini öne doğru uzatınca, raftaki kılıç süratle Dehliz'e doğru savrulmuştu. Elindeki kılıcı tekrar öne doğru savuran Dehliz, bir anda arkasını dönerek kılıcını kendisine siper etti. Uçuşan kılıcın varlığıyla şaşkındı. Sanki karşısında görünmez askerlerden biri varmış gibiydi. Bilgelerden biri onunla oyun oynuyor olmalı, çünkü Tarot kartlarını bir silah gibi kullanmak sadece Bilgelerin yapabildiği bir şeydi.

Kalbine doğru gelen kılıç darbesinden hiç zorlanmadan kurtuldu. Kendi etrafından dönerek havadaki kılıcı kendi kılıcıyla yere savurdu. Mara farkında olmadan dudaklarındaki tebessümle onu izliyordu. Sahanın ortasında ki adam hiç zorlanmadan ona saldıran kılıcı geri püskürtmüştü. "Vay canına bu konuda gerçekten iyisin değil mi?" Kısık bir sesle konuştuktan hemen sonra Dehliz başını çevirince göz göze geldiler. Mara'nın gülüşü solarken yakalanmış olmanın mahcubiyetini yaşıyordu.

"Bunun için özür dilemeyeceğim." Yakalandığı için mecburen saklandığı ağacın arkasından tamamen çıkmıştı. "Zaten dilesem bile bunu duymayacak kadar özürlüsün." Ve Dehliz bunu duymuştu. Her otuz saniye de kulağındaki çanlar durduğu için Mara'nın son söylediklerini duymuştu.

Yerdeki gömleğini hızlıca giyindi ve ceketinin cebindeki bir keseyi çıkartıp Mara'ya yaklaştı. Kuzgun onlara doğru uçuşunca Dehliz kaşlarını çatarak kuşu uzaklaştırdı. Mara'yla olan yakınlığı canını yaksa bile bunu umursamadı. Altın kesesini Mara'nın sol eline tutuşturdu ve onun sağ elini tutup avucuna bir şeyler yazdıktan sonra gitti. Mara onun yazdıklarını eksiksiz okuduğu için giden adama yutkunarak bakıyordu. "Senin için her şey para ve altın değil mi? Bu altınlar karşılığında bir şey istiyorum; bana hakaret etmeyi bırak." Evet, Dehliz ona bir kese altın vererek bunları avucuna yazmıştı.

"Hey bekle!" Mara koşarak ona yetişti ve kolunu tutarak Dehliz'i durdurdu. "Beni duyuyor musun?" Dikkatli bir şekilde Dehliz'e baktı, ama onu duyduğunu gösteren herhangi bir ize rastlamadı. "Ne bekliyordum ki, sonuçta sen bir özürlüsün." Mara nasıl yapıyordu bilinmez, ama tüm hakaretlerini çanların sustuğu zamana denk getirmeyi başarıyordu. Evet, Dehliz yine onun son söylediklerini duymuştu.

Dehliz kaşlarını çatarak ona dönünce, korkarak bir adım geriye gitti. Ancak uzun eteğine takılınca düşmemek için Dehliz'in elini tutmuştu. Refleks olarak kendini korumaya çalışırken, Mara'nın tırnaklarından biri Dehliz'in elini çizdi ve tırnağına bulaşan bir damla kan her ikisini bambaşka bir yere götürmüştü. "Bu da ne?" Mara, güçlükle konuşarak Dehliz'e dönünce, genç adam en az onun kadar şaşkındı.

Az önce ikisi bahçedeydi ama şimdi her ikisi bir odanın içindeydi. Şoka giren ikili daha odayı doğru düzgün inceleme fırsatı bulamamıştı ki, kapı açıldı ve içeri giren iki kişiyle iyice şoke oldular. Mara ve Dehliz mi? Evet odaya giren onlardı. "Geleceği görüyoruz!" Mara dehşete kapılarak Dehliz'in elini tuttu ve aceleyle onun anlaması için bir şeyler yazmaya başladı. "Ben bir kâhinim ama ilk kez gördüklerimi biriyle paylaşıyorum. Eline tuttuğum an göreceğim bir gelecek şekillendi ve bana bulaşan kanınla senin de bunu görmeni sağladım." Dehliz onun kâhin olmasına şaşırmadı, çünkü daha önce merdivenlerde ondan kaçmak için söylediklerinin çoğunu duymuştu. Mara o gün yaşanacak bazı şeylerden korkmuştu ve devamında yaşananlar çoğu şeyi açıklıyordu. Bir Bilgenin kâhin çıkması ilk kez yaşanmadığı için bu şaşıracağı bir olay değildi.

Mara'nın elini tutma sırası şimdi Dehliz'deydi. "Biz şimdi gelecekten küçük bir kesit mi görüyoruz?" Bunları Mara'nın avucuna yazınca Mara hızlıca başını salladı. "Yani gördüğümüz bu şey yaşanacak?" Mara yine başını sallayınca gülümsedi. "O zaman gelecekte bir özürlünün karısı olmaya kendini şimdiden hazırla." Gözleriyle Mara'nın arkasındaki bir yeri işaret edince, Mara önce okuduklarını idrak etmeye çalıştı ve hemen sonrasında arkasını döndü. "Yo-yok artık ama ya!" Gelecekteki hâli Dehliz'i öpüyordu ve her ikisinin parmağında yüzük mü var?

"Aman tanrım!" Mara bağırarak gözlerini kaçırmaya çalışırken, Dehliz gülerek yatağın yanındaki bir yeri gösterdi. Küçük bir beşikti ve içinde bir bebek uyuyordu. Mara'nın nutku tutulmuşken Dehliz yine onun elini tutarak bir şeyler yazdı. "Küçük bir detayı kaçırmışım. Sadece bir özürlünün karısı olmayacaksın aynı zamanda onun çocuğunu da doğuracaksın." Bilerek özürlü kısmına vurgu yaparak Mara'yı çıldırtıyordu! Bir dakika çocuk mu dedi o?

Ne çocuğu tanrı aşkına!

Gözlerini irice açarak beşikte ki bebeğe bakarken kaşlarını çatarak Dehliz'e döndü. "Çok beklersin ortaçağ sapığı!" Yazma sırası Mara'ya geçtiği için âdeta Dehliz'in avuç içini tırnağıyla deşmişti ve hızlıca söylemek istediklerini yazdı. "Parmağımızda yüzük olması bizi evli yapmaz ve o bebek ikimizin değildir!" Ünlemi bile avuç içine çizen kıza güldüğü esnada gelecekteki Mara'nın sesini duydular. "Sessiz ol onu uyandıracaksın. Uyanırsa onu avutma sırası sende, çünkü çok huysuz bir oğlumuz var ve annesini hiç uyutmuyor!" Mara renkten renge girerken Dehliz yüksek sesle gülmeye başladı. Gelecekte ki Mara bunu kocasına söylemişti, yani gelecekteki Dehliz'e.

Gelecekteki hâlleri yeniden yakınlaşmaya başladığı esnada Mara'nın çığlığı her şeyin normale dönmesini sağlamıştı. Yeniden bahçedeydiler ve Mara hâlâ bağırıyordu. "Bu asla olmayacak!" Az önceki pozisyonlarında olduklarını gördü. Hâlâ düşmemek için Dehliz'in elini tutuyordu. Hemen elini çekerek ondan uzaklaştı. "Gördüğümüz o lânet şeyin gerçekleşmemesi için her şeyi yapacağım!" Bağırarak kaleye doğru koşan kadının arkasında bakarken gülümsedi. Demek geleceğinde bu paragöz kızıl vardı öyle mi?

Belki de gelecek, Dehliz'in düşündüğü kadar sıkıcı değildir.

*****

Savcı bugün içinde yeni bir toplantıyı daha kaldıracağını sanmıyordu. Babası ve klan liderleri Afra'nın son atağı karşısında çıldırmış bir hâldeyken, onları büyük salonda bırakıp dışarı çıktı. Afra'yı buradan çok uzakta yeni bir başlangıç yapması için kurtarmıştı, fakat ablası çok değişmiş ve bambaşka birine dönüşmüştü. Kendi ailesini zor durumda bırakacak kadar düşüncesiz ve intikamdan başka bir şey düşünmeyecek kadar kalpsiz biri olmuştu. Ölüler diyarından gelen Afra ve gitmeden önceki Afra arasında çok fark vardı. Savcı hep onun değişmiş olacağından endişe ediyordu ve şimdi korktuğu her şey gerçekleşiyordu. Araf'tan gitmesi için Savcı ve Gediz defalarca onunla konuşmuştu ama Afra, yaşlı bir adamın nişanlısı olarak kaleye geri dönmüştü.

Odasına girince terasın açık kapısından içeriye soğuk rüzgarlar esiyordu. Terasa çıktı ve ona sırtı dönük bir hâlde gökyüzünü izleyen kadını gördü. "Odamda ne işin var Afra?" Evet, davetsiz misafiri Afra'dan başkası değildi.

Afra keyifli bir şekilde içkisini yudumlarken, babası ve diğer liderler hâlâ toplantı odasında çıkmamıştı. Afra'yı öldürmeye çalışan tüm liderler şimdi Keng belasıyla nasıl mücadele edeceklerini düşünüyorlardı. Doğduğu topraklarda yirmi altı yıl boyunca bir suçlu gibi saklanarak yaşamıştı. Geriye kalan yirmi dört yılını bir cehennemde geçirmişti. Tek suçu Aykırı olarak doğmaktı ve ondan çalınan elli yılın hesabını sormadan bir yere gitmeyecekti. Sırf Aykırı diye dışlandığı bu topraklar onun eviydi ve ne olursa olsun öyle kalmasını sağlayacaktı. Mademki bir Araf'lı olarak bunu başaramıyor, o vakit Keng şehrinin kraliçesi olarak bu toprakları alır ve kendi mülkü kılardı.

Son derece neşeli bir hâlde kardeşine döndü. "Düğünüm için beni tebrik etmeyecek misin?" Savcı'yı kızdırdığını görebiliyordu. Aybars az önce odasına gelmiş ve bu konuda Afra'yı bir güzel azarlamıştı. Dehliz suskunluğunu koruyordu ve Gediz, olanları duyunca en az Aybars kadar sert bir tepki verecekti. Olaya kayıtsız kalmayı seçen Savcı'nın düşündüklerini merak ediyordu.

"Kendi hayatını bitirmek için bu çaban niye?" Savcı onun yanında durarak tıpkı onun gibi bulutlu gökyüzünü izlemeye başladı. "Seni infazdan kurtarmak hiç birimiz için kolay olmadı, ama sen elindeki tek şansı heba etmekte ısrarcısın."

"Bana, kalan hayatını uzakta ve yalnızlık içinde geçir diyorsun Savcı." Ailesi onu gözden çıkarmış olabilir ama Afra'nın sevdikleri buradaydı, çünkü dört erkek kardeşi hâlâ onu seviyordu.

"Seninle gelirim." Savcı, rüzgârın yüzüne savurduğu saçlarını onun kulağının arkasına sıkıştırdı. "Yalnız olmana gerek yok, ben seninle gelirim Afra. O yaşlı adamın karısı olmaktan vazgeç, bırak bu intikam tutkusunu ve ikimiz birlikte gidelim buralardan." Araf'ın dışında da farklı şehirler vardı ve Afra'yı saçma intikama kurban vermek istemiyordu. Onu kendi hırslarından kurtarmak için onunla birlikte burayı terk edebilirdi.

"Peki ya Zülüf teyze?"

"O burada mutlu ve güvende."

"Benim için anneni ve buradaki konumunu bırakıp benimle geleceğini mi söylüyorsun?" Savcı başını salladı. Hiç tereddüt yoktu gözlerinde ve Afra'nın içi acıdı. Savcı her zaman fazla merhametli olmuştur ve bu bir abla olarak Afra'yı üzüyordu. Bir Aykırıyla kaçmak demek, sahip olduğu her şeyi bırakmak demekti ve Savcı, sevdikleri için her şeyden vazgeçecek biriydi. Zaten bu yüzden onun anılarını zihninde gizlemişti ya, çünkü kardeşini Elzem'den kurtarmanın tek yolu buydu. Savcı, Elzem'i isim olarak hatırlıyordu çünkü ne yüzünü, ne de onunla yaşadığı şeyleri hatırlanmayacak kadar tüm anıları zihnine saklanmıştı. Aslında Afra, kardeşinin anılarında tamamen Elzem'i silmek istemişti. Sildiği bir anı bir daha asla geri gelmezdi, hatta Afra bile onları geri getiremezdi. Elzem'i sonsuza kadar Savcı'nın zihninde silmeyi çok istemişti ama yapamamıştı. Elzem'i silerse onunla ilgili her şey silinirdi. Savcı'nın zihninde Elzem'den sonra oluşacak boşluk, Savcı'nın eski ruhsuzluğuna geri dönmesine sebep olabilirdi. O yüzden Elzem derinlerde bir yerde kalmalı ve Savcı, onsuz bir hayatı üzülmeden yaşamalıydı.

"Her ne olursa olsun ve ben senin onaylamadığın şeyler yapsam bile beni sevmekten hiç vazgeçme olur mu?" Afra bunları söyledikten sonra kardeşi ona gülümsedi. "Evlenmekten vazgeçersen bu konuda söz verebilirim." Afra gülerek Savcı'ya sarılırken, sarılışına karşılık alması uzun sürmemişti. Afra onun ablasıydı ve Savcı istese de ondan nefret edemezdi.

"Ben şömineyi yakacağım sende oyalanmadan içeri gir." Savcı ondan ayrılıp odaya girince, Afra yeniden gökyüzünü izlemeye başladı. Soğuğu seviyordu, hep sevmiştir.

Aradan sadece birkaç dakika geçmişti ki, Savcı'yı yeniden yanında buldu. Tek sorun; gözleri bomboş bakıyordu ve elinde bir bıçak vardı. "Neden elinde bir bıçak var kardeşim?" Savcı'nın ela gözlerindeki donuk ifade, bir şeylerin yolunda gitmediğini gösteriyordu.

"Savcı mı?" Soğuk bir sesle konuşup kaşlarını yukarı kaldırdı. "Bir düşün bakalım ben kim olabilirim? Sana küçük bir ipucu; Savcı beyaz gülleri pek sevmez ama ben severim." Beyaz güller mi? Bu lânet çiçekleri seven birini iyi tanıyordu çünkü onun hakkında öğrendiği birkaç şeyden biriydi! "Elzem!" Dişlerinin arasında tiksinerek onun adını söylediğinde, ölüler diyarında bu kadar erken nasıl kurtulduğunu merak ediyordu.

"Doğru, sana küçük bir iyilik yapmak için buradayım." Elindeki bıçağı kaldırdı ve çaldığı bedenin omuzuna bıçağı geçirdi. "Savcı!" Afra bağırarak ona doğru atılınca, omuzunda kanlar akarken onu durdurdu. "İyilik dedim Afra, ne olduğunu sormayacak mısın? Ah tamam, ben söyleyeyim; sana kardeşinle vedalaşman için bir dakika veriyorum." Bıçağı sapladığı yerden çekti. "Çünkü bir dakikanın sonunda ölmüş olacak, tabii telkini kaldırırsan bu değişebilir."

"Blöf yapıyorsun." Elzem'in Savcı'yı ne kadar çok sevdiğini iyi biliyordu, ona zarar vermeye cesaret edemezdi. "Hadi yap." Afra omuz silkerek geriye çekildi. "Hadi öldür onu, ama telkini kaldırmamı sağlayamazsın."

Savcı ona gülümsedi, ama bunu yapanın aslında Elzem olduğunu iyi biliyordu. "Sana benim hakkımda küçük bir bilgi; Elzem Akay asla blöf yapmaz. Bir ölümsüzü öldürmenin sadece iki yolu vardı değil mi? Ya kalbine hedef alacaksın, ya da boğazını keseceksin," dedikten sonra bıçağı kaldırdı ve hiç tereddüt etmeden kalbine sapladı. Afra, "Hayır!!" diye bağırınca, ikinci kez bıçağı kalbine saplamıştı.

Baştan ayağa titreyen Afra, kanayan Savcı'ya baktıkça aklını kaçıracakmış gibi oluyordu. Ağır yaralıydı fakat buna rağmen terasın korkuluklarından destek alarak Afra'ya baktı. "Sana kardeşinle vedalaşman gerektiğini söylemiştim," dedi ve kalan son gücüyle bıçağı boynuna yaslayıp boğazını kesti. Çığlık çığlığa haykıran Afra, boğazında kanlar fışkırarak yere yığılan kardeşine baktı. Onu öldürmüştü...

"Savcı..." Güçlükle ayakta dururken ona doğru sarsakça birkaç adım attı. "Kardeşim?" Afra diz çöktüğünde Savcı çoktan ölmüştü. Göğsünde ve parçalanmış boğazında kanlar akıyordu ve ölmüştü. Gözleri açıktı ama artık bu dünyada değildi. Afra ağlamaya başladığında bu olanlara inanmak istemiyordu. Elzem bu kadar ileri gitmiş olamazdı, bunu yapmasını beklemiyordu.

"Acı veriyor değil mi?" Savcı'nın sesini duyunca başını kaldırdı ve onu hemen yanında buldu. Afallayarak önüne dönünce yerdeki ceset de Savcı'ya aitti. "Halüsinasyon!" Tıslayarak ayağa kalkınca kardeşi hâlâ aynı boş gözlerle ona bakıyordu. "Evet, o halüsinasyondu çünkü sana olanları önceden göstermek istedim." Elindeki bıçağı yukarı kaldırdı. "Ama bu gerçek." Güldü. "Ya da değildir neden bunu anlamıyoruz?" Bıçağı kendi kalbine saplayacağı esnada Afra öne atıldı. "Telkini kaldıracağım! Tamam, sen kazandın!" Bağırarak onu durdurdu. Savcı'nın hayatı üzerine riske giremezdi. Az önce yaşadığı acıdan sonra bunu göze alamazdı.

Peki bir Oyunbaz ona nasıl halüsinasyon gösterebilirdi ki?

"Sen bir Oyunbazsın, halüsinasyon yeteneklerinin arasında yok!"

"Ölüler diyarında bana yardım edecek çok fazla arkadaş edindim diyelim." Gülerek elindeki bıçağı gösterdi. "Şimdi kardeşinin bedeninden çıkacağım ama siz beni göremezsiniz. Bir dakika içinde telkini kaldırmazsan onun bedenini alır ve az önceki sahneyi sana bizzat yaşatırım!" dedikten sonra Savcı'nın gözleri kapandı ve bedeni yere yığıldı. "Savcı!" Afra ona doğru koşarken, Savcı gözlerini açmadan buradaki ruh hemen terastan çıkmıştı. Afra onun gittiğini bilmediği için istediği şeyi yapacaktı, ama Savcı'nın onu görmemesi gerekiyordu.

"Savcı uyan lütfen." Afra onun yüzünü avuçlarının içine aldı. "Ne olur uyan kardeşim..." Afra'nın bu hayatta canından çok sevdiği kişiler dört erkekten oluşuyordu ve onlar da kardeşleriydi.

Savcı gözlerini açtığı esnada, yerde ve neden terasta olduğunu sorgulamasına fırsat vermeden üzerine eğildi. "Hatırla..." Savcı'nın gözlerine baktı. "Elzem'i hatırlamanı istiyorum, onunla yaşadığın her şeyi hatırla. Aperi ex animo fores et memorias mortuorum ad vitam. Açılsın zihnin kapıları ve hayat bulsun ölü anılar." Yaptığı büyüyü ikinci kez tekrarlayınca Savcı'nın gözlerinde oluşan fırtınayı gördü. Sadece telkin gücü olanlar zihindeki anılar için büyü yapabilirdi ve Araf'ta bu yetenek sadece Afra'da vardı.

Savcı kız kardeşine bakıyordu ama aslında onu görmüyordu. Şu anda zihninin saldırısına uğramıştı ve anılarına istila eden kadını düşünüyordu. Kulaklarında sesi, gözlerinde hayalî vardı.

"Eğitim sisteminiz yanlış, bu akademi, hatta bu kasaba ve içindeki herkes yanlış. Buradaki tek doğru olarak bu saçmalığa daha fazla tahammül edemem." Bir erkeğin bedeninde ona karşı çıkan bir kadının ruhu gözlerinin önünde canlanmıştı.

"Bana ne istediğini söyle."

"Günde sadece iki ders. Doğa ve benim için hergün için iki ders ayarlamanızı istiyorum. İlk ders büyü için, son ders ise savunma dersi için."

"Başka bir şey iste."

"Pekala o zaman ölümsüz olmak istiyorum. Beni ölümsüz yapın."

"Yapabileceğim bir şey iste."

"Efsun'un yerine akademiyi ben yönetmek istiyorum."

"Sana yapabileceğim bir şey iste dedim!"

"Pekala akademi sizin olsun ben Araf'ı yönetmek istiyorum."

"İlk söylediğin kabul edildi!" Şimdi ise laf cambazı olan bir kadının onu nasıl oyuna getirdiğini hatırlamıştı.

"Siz şimdi beni bedenime geri göndermiyor musunuz?"

"Hayır."

"Güzel! Ben değil siz isteyeceksiniz beni geri göndermeyi. Şimdi izninizle ben oynamaya gidiyorum."

"Oynamak?"

"Evet oynamak! Hani bir çocuğum ya ben, haliyle oyun da oynayabilirim!" Küçük bir çocuğun bedeninde Savcı'yı peşinde koşturduğu anıları hatırladı ve tebessüm etti. Onu peşinden koşturan ilk kadın olmayı başarmıştı.

"Klan liderimi baştan çıkardığına inanamıyorum!"

"Rica ederim çirkinleşmez misiniz? Özellikle sizde aynı kişinin kızını ayartmışken!"

"Ayartmak?"

"Siz Araf'takilerin deyişiyle baştan çıkarmak. Ne güzel işte ben babasını alırım sizde kızını. Böyle olunca siz benim damadım mı olursunuz?"

"Kapat o lânet çeneni!"

"Sizi medeniyet görmemiş barbar adam! Benim gibi bir hanımefendiye kabalık yapacak kadar çağdışısınız!" İlk kez bir kadını o gün kıskandığını hatırladı. İlk kez o gün kıskançlık duygusunun ne olduğunu öğrenmişti ve bunu ona öğreten ıslak, yeşil gözleri olan bir kadındı.

Hatırladı, Elzem ile ilgili olan tüm anılarını hatırladı. Bazı anılar onu gülümsetti, ama bazı anılar da onu hüzne boğdu. Onu deli eden sarışın bir kadının güzelliğiyle büyülendi, veda ederken nemli gözlerinin buğusunda binlerce defa öldü. Savcı onu nasıl unutabilirdi? Bu mümkün müydü? Afra'nın varlığını fark etmesiyle büyük bir hiddetle ayağa kalktı. "Sen beni telkin ettin Afra!" Elzem'i unutmasın başka bir sebebi olamazdı!

Afra'da ayağa kalkınca, yaptığı şey için pişmanlık duymuyordu. "Ve Elzem'de telkini kaldırmam için seni öldürmeye kalkıştı!" diye bağırdı. Afra az önce yaşananların şokundan çıkamıyordu. "O kadın hasta Savcı! Sevdiği adamı öldürmeye teşebbüs edecek kadar hasta!" Eğer telkini kaldırmayı kabul etmeseydi belki de kardeşi şu anda yaşamıyor olacaktı. Hayatını kurtardığı için Savcı ona kızamazdı.

"Bunu biliyorum!" Elzem'in neler yapabileceğini Savcı'dan iyi kimse bilemezdi. "Onu kışkırtma çünkü kendi kanında olanları bile çok kolay harcayacak biri!" Bu söylediği gerçek değildi. Fakat Afra'nın Elzem'e karşı olan bu saldırgan tutumunu değiştirmek için böyle bir yalanı söylemek zorunda kaldı. Evet, Elzem istediğinde çok tehlikeli olabilirdi ama sevdiklerine asla zarar vermeyeceğini biliyordu.

"Sana karşı diğer herkes gibi olmamı mı istiyorsun?" Afra'nın kollarını tutarak onu sarstı. "Söyle Afra, bende diğerleri gibi bir vebalıymışsın gibi senden kaçayım mı? Ablamın telkininden korktuğum için onun gözlerine bakmayı bırakayım mı? Yaparım! Eğer istediğin buysa yaparım!" Gözleri dolan Afra, aceleyle başını iki yana salladı. Korkmadan onunla göz teması kuran sadece Dehliz ve Savcı vardı. Diğer iki kardeşi bile Afra'nın yüzüne bakmazken, telkin yeteneği yüzünden Savcı'nın da onlar gibi Afra'nın yanında temkinli olmasını istemiyordu. Aybars ve Gediz bile ablasının yüzüne bakmazdı, çünkü konuşurken hep farklı yerlere bakıyorlardı.

"Bu ilk ve sondu." Afra yalvararak Savcı'nın elini tuttu. "Sana yemin ederim bir daha ne olursa olsun seni telkin etmeyeceğim." Ağlamaklı gözlerini kardeşine çıkardı. "Ben sadece ölen biri için acı çekmeni istemedim Savcı. Ben senin ablanım, küçük kardeşimi düşündüğüm için beni suçlayabilir misin?" Gözlerinden süzülen o bir damla gözyaşı, Savcı'yı kandırmasına yetmişti. Elzem'in canını yakmak için yaptığı şeyin tam tersine Savcı'yı inandırmayı başarmıştı. Erkek kardeşlerinin ona olan sonsuz sevgisini nasıl kullanacağını iyi biliyordu.

Ve Elzem Akay! Bugün telkini kaldırtarak kazandığını düşünebilirdi, ama küçük kardeşi hâlâ kaledeydi değil mi?

Afra gidince Savcı bir konuya açıklık getirmek için Takva'yı çağırmıştı. "Elzem hâlâ ölüler diyarında mı Takva? Az önce biri bedenimi aldı ve bunun kim olduğunu öğrenmeliyim." Takva'da bir ruh olduğu için ölüler diyarına gidebilirdi ve bu sorunun cevabını ondan iyi kimse bilemezdi. Savcı en son şömineyi yakmak için odasına girmişti, ama daha sonra kendisini terasta ve yerde bulmuştu. Bedeni ele geçirilmişti ve sahibinden izin almadan bir bedeni sıradan ruhlar alamazdı. Elzem bir aykırı olduğu için bunu yapabiliyordu. Elzem gerçekten geri dönmüş olabilir mi?

"Hayır efendim." Takva, Savcı sonunda her şeyi hatırladığı için mutlu olmuştu. "Siz beni çağırmadan hemen önce Elzem'in yanındaydım ve bedeninizi alan o değildi. Şu ana kadar ölüler diyarından hiç çıkmadı, çıkması da mümkün değil." Savcı'nın tüm umutları yıkılırken, yenilgi içinde koltuğa oturdu. "Sanırım kimin yaptığını biliyorum Takva." Elzem'den başka bedenleri izinsiz alan biri daha vardı. Hatta bu kişi Savcı'ya her daim sadık olan birisiydi.

Sana borçlandım Meliz.

*****

Meliz, ruh formunda olduğu için kimseye görünmeden kaleden çıkmıştı. Afra'ya küçük bir oyun oynadıktan sonra hemen oradan kaçmıştı. Eğer Savcı onu görseydi adını söylerdi ve Afra'da onun Elzem olmadığını anladığı için telkini kaldırmazdı. Afra, Meliz'i çok iyi tanıdığı için onun Savcı'ya asla zarar vermeyeceğini iyi biliyordu. Ancak Elzem'i tanımıyordu ve tanımadığı birinin neler yapacağını kestiremezdi. Karşısında bir yabancı varken kardeşinin hayatı üzerine kumar oynamaya cesaret edemezdi.

Meliz nihayet Azınlıkların klanından çıkıp ormana girince, kısa sürede buluşma noktasına gelmişti. Kırım, sırtını bir ağaca yaslamış Meliz'in uyuyan bedenini bekliyordu. Uyuyan bedenine doğru süzülen kadın, kısa sürede yerdeki beden ile bütünleşip gözlerini açmıştı. Meliz gülerek Kırım'ın yanına oturunca Kırım, "Her şey yolunda gitmiş olmalı değil mi?" dedi. Meliz başını sallayarak onun gibi ayaklarını uzattı. "Siz Oyunbazların zekâsı olağanüstü." Savcı'nın Elzem'i unuttuğunu duyunca çok üzülmüştü. Her ne kadar Elzem'den nefret ediyor olsa da, Elzem unutulacak bir kadın değildi. Kırım, Meliz'in günlerce üzgün geçen hâlini görünce yanına gelip ona ne olduğunu sormuştu. Meliz ona olanları anlatınca Kırım gülmüştü. 'Sorun bu mu? Eğer bir Oyunbaz olsaydın bunun çok basit bir olay olduğunu anlardın,' demişti ve Meliz'i Elümhan'a getirmişti. Daha sonra ona yaptığı planı hızlıca anlatıp Meliz'i kaleye göndermişti.

"Mademki senin yüzünü güldürmeyi başardık..." Kırım ayağa kalkarak ona deri eldivenli elini uzattı. "Şimdi daha fazla oyalanmadan Sicim'e gidiyoruz. Unuttun mu? Beslememiz gereken bir klan dolusu Oyunbaz var." Meliz ağlamak istiyordu. Elzem, onu bu adamın insafına bıraktığı günden beri hergün Meliz'i çalıştırıyordu. Artık avlanmaktan usanmıştı!

"Ama onlar çoktan iyileşmeye başladı, neden artık avlanmalarına izin vermiyoruz." Somurtarak Kırım'ın elini tutarak ayağa kalkınca, aldığı cevap onu deli ediyordu. "Bir hafta sonra onların avlanmaya gitmesine izin verebilirim, ama daha erken değil." İyi ama o aç yaratıkları beslemek işkence gibiydi!

"Bir hafta daha dayanamam buna!"

"Senin şu iki ayda yaptığını ben elli yılı geçkin bir süredir yapıyorum. Şimdi surat asmayı bırak ve yürü." Kendi klanındaki kadınlar asla Meliz gibi huysuzluk çıkarmıyordu.

Her ikisi atlara binip yola koyulduklarında Meliz'in rahat durmaya niyeti yoktu. "Oyunbazlar yeniden eski saltanatına kavuştuğunda verdiğim tüm emeklerin karşılığında iyi bir konum istiyorum." İki aydır sürünüyordu bunun bir karşılığı olmalıydı.

Kırım güldü. "Hizmetçiliğe ne dersin?"

"Ben Ayvaz'ın yanına geri dönüyorum!" İkisi her zamanki gibi tartışmaya devam ederek Sicim'e doğru yol almıştı.

*****

SULAKKAR. (Muhafızların Toprakları)

"Süreyya'yı o kadının yanında bırakmakla hiç iyi etmedik." Kenan kız kardeşi için endişeleniyordu. Bir haftadır Araf'ta yaşıyorlardı. Bu bir haftada burası hakkında biraz araştırma yapmışlardı. Araf'ın insanları hakkında bilgi edinmeden kimlerle karşı karşıya olduklarını anlayamazlardı. Şimdi ise Kalkanların akademide olduklarını öğrendikleri için onları almaya gidiyorlardı. Onların parası Araf'ta geçmediği için bir haftadır kaldıkları hanın parasını ve yedikleri yemeklerin masrafını Soya ödüyordu. Soya'nın çantasında hiç çıkarmadığı mücevherleri onların kurtuluşu olmuştu. Neyse ki geçitten geçerken çantası yanındaydı, aksi takdirde büyük sıkıntılar yaşayabilirlerdi. Akademiye olan yolculuk kızları acıktırdığı için kamp kurmuşlardı. Erkekler avlanırken kızları kampta bıraktıkları için Kenan'ın aklı kız kardeşinden kalmıştı.

"O kadın mı?" Uraz elindeki ok ve yayı gösterdi. "Bunlar ve senin belindeki kılıcın parasını bile o kadın dediğin kişi ödedi dostum. Neden ona biraz güvenmeyi denemiyorsun?" Kenan'ın Süreyya'ya olan düşkünlüğünü biliyordu, ama Soya bir haftadır onlarla birlikteydi ve şu ana kadar en küçük bir yanlışını görmemişlerdi.

"Sen onun hakkında ne düşünüyorsun Sıraç? Sence de rahatsız edici bir tarafı yok mu?" Kenan'ın sorusuyla Sıraç güldü. "Bana verdiği tek rahatsızlık benim yerime tüm harcamalarımı ödüyor olması." Soya'yla ilgili en çok bu konu Sıraç'ı rahatsız ediyordu. Onun sattığı tüm mücevherleri geri alıp ona vermeliydi, ama bu kahrolası yerde beş kuruşu yoktu. Bir holdingin sahibiyken burada dilenciden farkı yoktu. Aklına gelen kişiyle güldü çünkü Sıraç böyle hissediyorsa, acaba lüks düşkünü sarışın kardeşi haftalardır burada neler çekmiştir.

"Artık dönelim mi?" Uraz, oku tutan donmuş ellerini gösterdi. "Biraz daha devam edersek parmaklarım felç geçirecek."

"Ellerimiz boş mu dönelim?"

"Gururuna küfrettirme Sıraç, dondum oğlum burada. Kabul edelim biz avlanmaktan anlamıyoruz. Geri dönüp kızlara vurduğumuz geyikten ve onu bizden çalan vahşi bir ayıdan bahsedelim. Bak ayıların sayısını arttırabiliriz. Onlardan nasıl ustaca kurtulduğumuzla ilgili sağlam bir hikâye uydurursak kahraman bile ilan ediliriz." Kenan ve Sıraç gülmeye başlarken, Uraz çoktan kafasında onları kahraman gibi gösterecek bir hikâye düşünmeye başlamıştı.

Kenan, onun omuzuna hafif vurarak geri dönüş yolunu tuttu. "Ayı yerine kurtları kullan daha inandırıcı olur." Sıraç ise oyunbozanlık yaparak güldü. "Onlara Avcı olduğumuz hâlde küçük bir tavşanı bile vuramadığımızı anlatacağım." Olmayan bir zaferin kahramanı olmak gibi bir amacı yoktu.

"Öyle mi Sıraç? O çok övündüğün gururuna ne oldu?"

"Gururum yalanlar üzerine kurulu değil Uraz."

"Tamam onlara senin kurtlardan kaçtığını ve bizi nasıl bıraktığını anlatacağım."

"Sadece doğruları söylemeyi dene."

"Benim de bir gururum var ve hiçbir konuda kendimi kötü gösteremem. Hipokrat yeminim var benim, her konuda iyi olmalıyım."

"Uraz sen o yemini çok yanlış anlamışsın kardeşim." Üçü gülerek geldikleri yoldan geri döndüler. Uraz'ın çok neşeli bir karakteri vardı, ama bunu genelde sadece arkadaşlarının yanında gösterirdi. Hastanede işini ciddiye alan ve ilkelerinden asla taviz vermeyen iyi bir doktorken, arkadaşlarının yanında haylaz bir çocuktan farkı kalmıyordu.

Ateş yakıp kamp kurdukları yere gelince, Yavuz ve kızları bulamadılar. Kız kardeşi için iyice endişelen Kenan, "Size Yavuz ve Süreyya'yı birkaç gündür tanıdığımız bir kadının yanında bırakmayalım demiştim!" İki korkak Avcıyı hiç tanımadıkları birine emanet etmişlerdi ve şimdi hiçbiri yerinde yoktu.

"Soya gibi zayıf bir kadın onlara ne yapabilir ki? Belki özel ihtiyaçlar için bir yerlere gitmişlerdir. Biraz bekleyelim eğer dönmezlerse onları aramaya çıkarız." Sıraç bunları söyledikten sonra ateşi tutuşturmak için kuru odunları seçerken, Kenan'ın içi hiç rahat değildi.

****

"Aaaa!!!" Süreyya ve Yavuz birbirine sıkıca sarılıp diz çöktükleri yerden bağırmaya devam ediyordu. Soya'nın avladığı sülün ve tavşanların kan kokusuna gelen iki kurt, onların etrafını sarmıştı. Soya ise elindeki ok ve yay ile ayakta duruyordu. "Lütfen daha az bağırır mısınız? Sizin yüzünüzden odaklanamıyorum." Kurtları vurmak için doğru anı kolluyordu, ama Yavuz ve Süreyya bağırdığı için odaklanamıyordu.

"Keşke kamp yerinde hiç ayrılmasaydık Süreyya." Yavuz burnunu çekerken, Süreyya ağlayarak ona daha çok sarıldı. "Sana ağacın üstüne çıkalım demiştim Yavuz'cuğum, böylelikle bu kadın bizi peşinden sürükleyemezdi." Soya, çocukların hiçbir şey avlamadan geri döneceğine çok emindi. Bizde ava çıkalım demişti ve onunla birlikte gitmezlerse Yavuz ile Süreyya'yı öldürmekle tehdit etmişti. Yaşamak için onunla gitmeyi kabul etmişlerdi, ama şimdi de kurtlar onları öldürecekti!

"Hadi ama bu çok eğlenceli değil mi?" Soya gülerek atakta bulunan ilk kurda doğru okunu attı. Hedefini boynundan vururken, hemen arkasını döndü ve onlara doğru koşan diğer hayvanı karnından vurdu. Yaraladığı hayvanlara üst üste ok atarak tamamen ölmelerini sağlamıştı. "Bu av belki sizi biraz cesaretlendirir diye düşündüm ama siz hâlâ mızıkçılık yapıyorsunuz." Yayını omuzuna takıp eğildi ve Yavuz ile Süreyya'nın ensesini kavrayıp onları ayağa kaldırdı. "Merak etmeyin avladığım her şeyle ilgili diğerlerine hava atmanıza izin vereceğim." Eğilip yerdeki iki tavşanı bacaklarından tutarak Yavuz'a uzattı. "Bunları sen vurdun ve artık bir konuda Sıraç'tan daha iyi olduğunu söyleyebilirsin." Üç sülünü de Süreyya'ya uzattı. "Kenan'ın canına oku kızım." Bıçağını çıkartıp ölü kurtlardan birine yaklaştı ve kurdun kuyruğunda ki tüylerden biraz kesti. "Bende bununla sürekli bana Soya sosu diyen Uraz'ı çıldırtacağım." Süreyya ve Yavuz, ağlamayı bırakıp gülmeye başladılar. Bu kadın çoğu zaman ikisini korkudan deli ediyor olabilirdi, ama sevimli bir yönü de yok değildi. Kaçık ve sevimli, evet bu tabir Soya için uygundu.

"Daha fazla yırtıcı hayvan kan kokusuna gelmeden geri dönelim benim cesur yoldaşlarım." Üçü gülmeye başlayınca, Soya onları güldürdüğü için nihayet rahat bir nefes almıştı. Şaka gibi ama şu ana dek grupta en iyi anlaştığı kişiler sadece Yavuz ve Süreyya olmuştu.

*****

Sıraç ve arkadaşları artık onların geri dönmeyeceğini kabul etmişlerdi. Başlarına bir şey gelmiş olma ihtimali üçünü deli etmişti. Daha fazla vakit kaybetmeden onları bulmak için ayağa kalktılar. Aramaya koyulacakları esnada ağaçların arasında gelen çıtırtı seslerini duydular. Kısa süre içinde Soya ve diğerleri ortaya çıkınca üçü rahatlamıştı. Hepsinin elinde tuttuğu şeyler ise üç arkadaşı şaşkınlığa uğratmıştı. "Sizi beklerken sıkıldık ve biraz avlanalım dedik." Yavuz bir şeyler arar gibi Sıraç'ın etrafına baktı. "Senin vurduğun şey nerede?" Elinde tuttuğu tavşanları havaya kaldırdı. "Neyse ki ben senin için de bir tane avladım." Göğsünü kabartarak abisinin yanında geçerken, Sıraç'ın yüz ifadesi Soya'nın kahkaha atmasını sağlayabilirdi.

Şimdi ise sıra Süreyya'daydı. Kenan'a bakıp sırıtarak elindeki sülünleri gösterdi. "Avcı bir kardeşin olduğu için çok şanslısın." Abisine yaklaştı ve onun sırtını sıvazladı. "Hadi yine iyisin koç." Kenan'ın yanından geçip ateşe doğru yürürken, geride bıraktığı adam hakarete uğramış gibi renkten renge girmişti.

"Ben yiyecek bir şeyler avlayamadım." Soya dudaklarını sarkıtıp Uraz'a yaklaştı ve elindeki kurt tüylerini Uraz'ın avucuna tutuşturdu. "Ama bize saldıran tüm kurtları büyük bir kahramanlık göstererek öldürmeyi başardım," dedikten sonra şoke ettiği adamı bıraktı ve o da ateşe doğru yürüdü.

"Neler oluyor oğlum böyle?" Kenan, ona sırıtarak bakan kardeşini gösterdi. "Süreyya az önce sırtımı sıvazlayarak bana koç mu dedi?" Bunu öyle garip bir ruh hâlinde söylemişti ki, uzun süre kendisine gelemeyecek gibiydi.

"Uraz?" Sıraç gülmemeye çalışarak elindeki kurt tüylerine bakan arkadaşına yaklaştı. "Sen o hikâyeyi kurt yerine, tüyü, kılı olmayan bir hayvanla değiştir. Böylece senden kanıt olarak bir tüy istemezler." Uraz'ın hikâye uyduracak hâli mi kalmıştı. İki korkak ve bir kadın yüzünden tüm karizmaları yerlerdeydi.

"Üzerime gelme Sıraç, Hipokrat yeminim var adam öldüremem!" Yine ettiği yeminden dem vurup, söylenerek diğerlerinin yanına gitmişti.

Sıraç'ın gözleri Soya'yı bulunca, genç kadın masumca gülümsedi. Yavuz ve Süreyya bir böceği bile öldüremezdi, yani Sıraç o ikisine inanmamıştı. Her ne yaptıysa Soya yapmış olmalı. Peki sıradan bir dedektif nasıl bu kadar iyi avlanabilirdi. "Bana söylemek istediğin bir şey var mı Soya?" Bu kadınla ilgili gözden kaçırdığı bir şeyler olmalı.

"Ne gibi?" Soya ayağa kalkarak onun yanına geldi. "Tam olarak neyi bilmek istiyorsunuz Sıraç Bey?" Evet, bir de bu Bey saçmalığı vardı. Ona izin verilmeden resmiyeti kaldırmıyordu.

"Bu kadar iyi avlanmayı nasıl bildiğini anlatmakla başlayabilirsin?"

"Babam avlanmayı sevdiği için ne zaman ava çıksa beni de yanında götürürdü. Orada bir şeyler öğrenmiş olmalıyım."

"Ailen sen çok küçükken ölmüştü." Sıraç kollarını göğsünde birleştirdi. "Bana böyle söylememiş miydin?"

"Beni evlatlık alan babamdan bahsediyorum. Birilerinin beni büyütmesi gerekiyordu değil mi? Bilirsiniz karnımı doyurup bana masal anlatarak uyutması gerekiyordu." Son günlerde çok fazla yalan söyler olmuştu.

"Masal mı?"

"Dolabımda bir canavar olmadığını bana unutturacak kısa hikâyeler."

"Dolaptaki canavar mı? Konuyu nereye getirdin Soya? Dolapta canavar mı olurmuş?"

"Eğer beş yaşında altını ıslatan bir çocuksanız bence bal gibi de olabilir."

"Beş yaşındayken altını mı ıslatıyordun?"

"Her normal çocuk gibi evet!" Onu azarlayıp diğerlerinin yanına giden kadına gülümsedi. Onu konuşturdukça kendisini daha fazla utanç verici durumlara sokuyordu.

Soya ateşin yanına oturup tavşanlardan birini temizlerken, somurtmaktan başka bir şey yapmıyordu. Saçlarını almak için onların peşinden gelmişti, ama şu bir haftada saçlarını almak dışında her şeyi yapmıştı. Araftaki para birimini bildiği için buraya gelmeden önce çantasını mücevherlerle doldurmuştu. Avcılar için harcadığı paralar umurunda değildi, gitmeden önce hepsini onlara verebilirdi. Ancak hâlâ saçlarını alamamıştı, çünkü Sıraç onun saçlarını boynunda taşıyordu. Evet, kasabada bir dükkâna girmişti ve gümüş bir madalyon kolye almıştı. Soya'nın saçlarını küçük bir iple bağladıktan sonra madalyonun içine koymuş ve kapağını kapatmıştı. Neyseki Soya'nın saçları madalyonun içindeydi ve Sıraç, sürekli madalyonu açmıyordu. Aksi takdirde Soya'nın ruh hâline göre saçlarının rengi değişirdi ve Sıraç her şeyi anlardı.

Bir saat sonra karnını doyuran ekip ayağa kalkarak atlarına bindiler. "Hava kararmadan akademiye varmalıyız, o yüzden başka mola yok." Herkes Sıraç'ı onaylayınca, atları dört nala koşturdular.

Akademiye doğru yol alan Sıraç, hâlâ Elzem'e olanları duymamıştı.

































Evet, bu bölüme sığdırabildiklerim bunlar oldu. Aslında Sıraç ve arkadaşlarının akademiye gidince orada Doğa ve Asil ile olan karşılaşmalarını da bu bölüme sığdırmak istedim, ama bölüm zaten çok uzun olmuştu. Onları da bir dahakine okuruz artık.

Afra'nın Keng şehrinin desteğini almasını bekliyor muydunuz? Artık Araf'ta kimse ona dokunmaya cesaret edemez, çünkü bu iki bölge arasındaki savaşı tetikleyebilir.

Peki Afra'nın telkini kaldırmasına sebep olan kişinin Meliz olmasını bekliyor muydunuz?

Ama Afra bunu yapan kişinin Elzem olduğunu düşünüyor, bakalım karşı atak olarak neler yapacak?

Ve bu bölümde Mara ile Dehliz'den küçük bir kısım okuduk. Sizce Mara'nın gördüğü gelecek gerçekleşecek mi? Yoksa Mara söylediği gibi bunu değiştirmeyi başaracak mı?

Mara'nın gördüğü şeylerin %50 gerçekleşme ihtimali var, yani yarı yarıya. Yanılgı ihtimali de bir o kadar var diyebiliriz.

Peki Mara'nın Elzem ve Afra için gördüğünü söylediği rüya hakkında ne düşünüyorsunuz? İki farklı kader gördüğünü söyledi ve her ikisinde de ya Elzem ölüyordu, ya da Afra. Aynı şekilde bir diğerini öldüren de onlardı.

Hayır Meliz'de olduğu gibi Afra'yı hiçbir zaman iyi rolde göremeyeceksiniz çünkü hikâyemizin adı Medusa'nın Ölü Kumları olduğu için aslında başından beri Meliz'in sonradan iyi biri olması kurguda vardı, lakin Afra bu hikâyede değişmeyen kötülerden biri olmaya devam edecek.

Kısacası Elzem'in en büyük sınavı Afra'nın dönüşüyle başlıyor diyebiliriz.

Yeni bölümde görüşmek dileğiyle hepiniz Allah'a emanet olun canlarım. 💙

Continue Reading

You'll Also Like

77K 389 1
Yıllar önce terk ettiği sevgilisi, elinde bir silahla gecenin karanlığında Umut'un arabasına bindiğinde, yaşanacak olayların fitili de ateşlenmiş old...
216K 19.2K 57
Eleanor için kurt adam, vampir ve büyücülere inanmak kolaydı. Sonuçta o, anne ve babasının kurt adamlar ve vampirler tarafında öldürüldüğünü savunan...
232K 23.2K 20
Morana. Morana 'ölüm' demekti. Arsen Morana gözlerinde ölümü taşıyordu, damarlarında kurbanlarının kanı akıyordu. Düşmanları toprak oluyor Morana tar...
118K 4.3K 19
Kadir: Bak emin misin Doğu? Sonra girmeyelim birbirimize. Doğu: Merak etme Kadircim Deniz benim kardeşim gibi :)